Makaleler

Vehhâbîlik Nedir, Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

Yazar: Uğur Eskier

Vehhâbîlik, Suudi Arabistan Krallığı’nın mezhebi olarak bilinir. Müslümanların bazı ibadet ve uygulamalarına karşı geliştirilmiş fikirlerin bir sonucudur.

Vehhâbîlik Nedir, Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

Vehhâbîlik; Vahhabîlik veya Vahabilik olarak da bilinen Selefi kökenli bir akımdır. 18. yüzyılda Suudi Arabistan’da Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından ortaya atılan fikirlerin temelinde kurulmuştur. Dini ve siyasi bir hareket, akım veya mezheptir. Ortaya çıktığında İslam dünyasında geniş bir dini ve siyasi etki bırakmıştır. Adını, kurucusu Muhammed bin Abdülvehhâb’dan almıştır. Mensupları, “Muvahhidûn” (ehl-i tevhid), “Ehl-i hadis” ve “Selefiyye” gibi isimlerle anılmayı tercih etmiştir. Birçok İslam ülkesinde Vehhabîlikle doğrudan bağlantıları olmayan modernist dini gruplar, siyasal İslamcılar, radikaller, terörle ilişkilendirilen bazı gruplar bazı görüşleri ve eylemleri sebebiyle uluslararası basında ve politik çevrelerde “Vehhâbî” olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı’nın Vehhâbîlerler savaşından Vehhâbî öğretileri ve etkilerine kadar birçok bilgiyi makalemizde bulabilirsiniz.


(Vehhâbî yöneticiler...)

Vehhâbîliğin Ortaya Çıkışı ve Yayılışı

Vehhâbîliğin kurucusu, Arabistan’ın Necd bölgesindeki Uyeyne’de Hanbelî kadısının oğlu Muhammed bin Abdülvehhâb’dır. 1703 yılında dünyaya gelen Abdülvehhâb, Mekke ve Medine’de (Kutsal Topraklar) ilim tahsili gördü. Bir Basra seyahatinde katıldığı münazaralarda dile getirdiği tevhid inancı ile ilgili görüşleri bazı âlimlerin tepkisine yol açtı. Bu sebeple Necd’e dönmek zorunda kaldı. Burada da Uyeyne Emiri ile yaşadığı ihtilaf sebebiyle Hureymilâ’da bulunan babasının yanına yerleşti. 1740 yılında babası öldü. Ardından “şirk” diye gördüğü bazı dinî uygulamalar için bir akım başlattı. Hureymilâ’da kendisine yönelik muhalif hareketler şiddetlenince tekrar Uyeyne’ye döndü. Burada da ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Ardından 1745 yılında Suûd ailesinin hâkimiyetindeki Dir’iye kentine gitti. Dir‘iye Emiri Muhammed bin Suûd’un yanında siyasi himaye gördü. Bu, Abdülvehhâb için önemli bir gelişme oldu. Emir Suûd ile Abdülvehhâb, “Suûdî hâkimiyetini desteklemesi” taahhüdü üzerinde anlaştı. Buna göre, Suûd, Vehhâbî davasını yayma konusunda Abdülvehhâb’a her türlü yardımı yapmaya söz verdi. Böylece Abdülvehhâb siyasî desteğe kavuştu ve güçlü bir dini şahsiyetle ittifak yaptı.

Bu ittifak sayesinde Suûd ailesi, Abdülvehhâb’ın vefat ettiği 1792 yılına kadar Riyad, El-Harc ve Kasîm’de hâkimiyet kurdu. Ayrıca Necd’deki bedevî kabileleri emirleri altına aldılar. 1795’te ise Ahsâ’yı ele geçirdiler. 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Suûdi-Vehhâbî ittifakı; kuzeyde Irak ve Suriye, güneyde Umman ve batıda Hicaz topraklarına doğru yayılma eğilimi gösterdi. 1801’de ittifak kuvvetlerinin Kerbelâ’ya yaptığı baskının ardından 1803-1805 yılları arasında Tâif, Mekke ve Medine ele geçirildi. Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Bağdat ve Şam eyaletlerinin kuvvetleri, Suûdî-Vehhâbî kuvvetlerinin Hicaz’ı ele geçirmesine engel olamadı. Bunun üzerine, bölgede yeni ve önemli bir otorite olan Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı padişahı II. Mahmud tarafından Vehhâbîleri Hicaz’dan çıkarmak için görevlendirildi. Mısır kuvvetleri, 1811 yılında harekete geçti. 1813 yılında Mekke ve Medine tekrar Osmanlı yönetimi altına alındı. Giderek güç kaybederek Dir‘iye’ye kadar geri çekilen Suudî-Vehhâbî kuvvetleri, 1818 yılında Dir’iye’yi de kaybetti.

Savaştan kurtulan Suûd hanedanından Türkî bin Abdullah, Necd bölgesinde 1821 yılında yeniden faaliyete başlayarak, 1824 yılında Riyad’ı geri aldı ve 1891 yılına kadar da Suûd emirliğini ve Vehhâbî devletini yeniden kurdu. Vehhâbî âlimleri, Riyad’ı tekrar merkez olarak kabul etmek zorunda kaldı. Cebelişemmer bölgesinde ortaya çıkan güçlü emîr Muhammed b. Reşîd, Suûd ailesine karşı mücadeleyi sürdürdü. Suûdîlerin 1891’de Riyad’dan ayrılarak Kuveyt’e yerleşmeleriyle Vehhâbîler siyasî destekten mahrum kaldı. 1902 yılında Abdülazîz bin Abdurrahman es-Suûd önderliğindeki kuvvetler Riyad’ı tekrar ele geçirdi. Vehhâbîlik, Necd’de tekrar etkin duruma geldi. 1912 yılından itibaren Necd kabilelerine mensup Bedevîleri, “hicre” adı verilen köy ve kasabalara yerleştiren ve dinî eğitim almalarını sağlayan İbn Suûd, Bedevilerden “İhvân” adı verilen askeri bir güç kurdu. Bu dönemde Riyad ve çevresinde Vehhâbî-Suûdî hâkimiyeti tekrar arttı. Osmanlı, fiilî durumu kabullenerek Mayıs 1914’te Necd’e vilâyet statüsü verdi; Abdülazîz b. Abdurrahman’ı vali olarak tayin etti.

Suûdiler, Birinci Dünya Savaşı şartlarında güçlenmeye devam etti. Reşîdîler ve Şerif Hüseyin kuvvetlerine karşı verdikleri mücadelelerde başarılı olan Suûdiler, 1920’li yıllarda Hicaz bölgesine hükmetmeye başladı. İbn Suûd’un açtığı cihat bayrağı altında 1930’lara kadar büyük bir mücadele sürdü. Sonunda Suudi Arabistan, bugünkü sınırlarına ulaştı. Suûdilerin İngiltere ile yapılan antlaşmalar, İhvân kuvvetlerinin daha fazla harekât yapmasına izin vermiyordu. İhvân’ın ileri gelenleri cihadı sürdürmek istiyordu. Bunun üzerine İbn Suûd’u, gayrimüslimlere ve Şiilere karşı hoşgörülü olmak, Vehhâbî prensiplerinin uygulanmasında yetersiz kalmakla suçlayarak, isyan ettiler. Bu isyan, devlet görevlisi âlimlerin fetva desteği ve askerî tedbirlerle 1929 yılında bastırıldı. 1932 yılında Suudi Arabistan Krallığı’nın ilân edilmesiyle Vehhâbîlik bağımsız ve kalıcı devlet desteğine kavuştu. Bu devlet, halen varlığını sürdürmektedir.

Vehhâbîlik, dönemin konjonktürel faktörlerinin de etkisi ile Suûdiler arasında çok çabuk taraftar bulmuş, geniş bir alana yayılmıştır. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte, Bedevîlerin hayat anlayışı ile uyumlu olması, ortaya çıktığı Necd bölgesinde Bedevîler arasında cehaletin, bid’at ve hurafelerin iyice yaygınlaşmış olması en önemli etkenlerden biridir. Siyasal ve ekonomik hedeflerle tabana kolayca yayılmıştır. Osmanlı Devleti’nin bölgeyi kontrol etmekte zorlanması, çeşitli iç ve dış sorunlara odaklanan Osmanlı devlet adamları ve âlimlerinin Vehhâbîliğin bölgedeki gücünü fark etmekte gecikmesi de diğer siyasal etkenler arasında yer alır.


Vehhâbîliğin Doktrinleri ve İnançları

Vehhâbîliğin kurucusu Abdülvehhâb, kendi ülkesinde ve gittiği diğer ülkelerde karşılaştığı bazı dini, hukuki ve idari uygulamaları yanlış olarak görüyordu. Kendi fikirlerine ters inanışları ve ibadetleri “cehalet” olarak nitelendiriyordu. Bunlara karşı verdiği mücadelede tevhid inancının teşkil ettiği “ıslah” fikrini ortaya attı ve gittiği yerlerde uygulamaya başladı. Abdülvehhâb’ın fikir ve doktrinlerinden bazıları şunlardır;

  • Allah’ın âlemin yaratılışı ve idare edilişi sıfatlarına iman (tevhid-i rubûbiyet), Allah’a ibadet, Allah’tan korkmak ve rahmet ümidi (tevhid-i ulûhiyet), Allah’ın isim ve sıfatlarını tanımak (tevhid-i esma); tevhid inancı için yeterlidir.
  • Tevhid kelimesini (Lailaheillallah) söylemek, Allah’tan başka tapınılan şeyleri tanıdıkça anlamı yoktur.
  • Şefaat sadece Allah’ın izniyle ahrette gerçekleşir. Hz. Muhammed (sav) dahil hiç kimse doğrudan şefaat yetkisine sahip değildir. 
  • Âlemin yaratılışı ve idare edilişi gibi vasıflar sadece Allah’a aittir.
  • Hz. Muhammed’in (sav), sahabelerin, âlimlerin ve veli kulların ruhlarından dünyada şefaat beklemek şirktir.
  • Duaların kabulü için Hz. Muhammed (sav) ve diğer veli kulları aracı kılma (tevessül) sakıncalıdır. Tevessül, Cahiliye dönemindeki putları aracı kılmaya benzer ve şirk tehlikesi vardır.
  • Türbe ve mezar ziyaretlerinde namaz kılma, dua ve niyazda bulunma, ölmüş bir şahsı (peygamber bile olsa) şefaatçi veya aracı kılma şirktir.
  • Ölmüş şeyh ile irtibat kurma (rabıta), ondan yardım isteme (istimdad) gibi tarikat gelenekleri tevhid-i ulûhiyete zarar verir.
  • Tasavvufî çıkarım ve çözüm (istidlâl) yolu olan mükâşefe (ilahi sırlara vakıf olma) güvenilmez bir metottur. Bir mürşide bağlanarak dinî hayat yaşamak şirke götürebilir.
  • Şiiler (Şia); Ehl-i Beyt ile onların makam ve türbelerine gösterdikleri ölçüsüz saygı (tâzim) ve onlardan yardım dileme uygulamaları, bazı sahabeleri lanetlemeleri, sahih sünneti reddetmeleri sebebiyle dinden çıkmıştır (irtidad küfrü).
  • Allah’tan başkası adına kurban kesme veya yemin etme, riya, nazarlık, muska takma, resim ve heykel yapma şirktir.
  • Kelime-i Şahadet’le ifade edilen tevhid inancı, mutlaka amellerle hayata yansımalıdır. İman ile amel bir bütündür. Şirke yol açan amellerden sakınmayanlar, bid‘atlardan kaçınmayanlar gerçek mümin değildir.
  • Bid’atlar, mücadele edilmesi gereken bir sapmadır.
  • Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te yer almayan ve sonradan ortaya çıkan dinî inanç ve ameller bid‘attır.
  • Tarikatlar ve tasavvuf, sonradan ortaya çıktığı için bid‘attır.
  • Kelâm ve felsefe metotlarıyla dinî konuların ele alınması bid‘attır.
  • Türbe inşa etmek, mescit veya camilere kubbe ve yüksek minareler yapmak, içlerini süslemek de bid‘attır.
  • Sünnet ve nafile namazlar kılmak bid’attır.
  • Büyücülere, müneccimlere ve falcılara inanmak bid’attır.
  • Hz. Muhammed’in (sav) anısını yüceltmek, Hırka-ı Şerif ve Sakal-ı Şerif ziyaretleri bid’attır.
  • Hz. Peygamber’in (sav) doğumunu ve diğer kandil gecelerini kutlamak, Kur’an-ı Kerim ve hadislerde bulunmayan dua ve zikirleri tekrarlamak, Kur’an’ı makam ve nağme ile okumak, mevlid okutmak, tespih kullanmak bid‘attır.
  • Tütün ve kahve haramdır.
  • İyiliği emretme ve kötülükten men etme prensibini âlim, âdil, güç ve otorite sahibi Müslüman bir yönetici uygulayabilir. Böyle bir imama biat etmek bütün Müslümanların görevidir
  • İnsanlar şirk ve bid‘attan vazgeçmiyorsa gerekirse savaşla fesat ortadan kaldırılmalıdır.


(Vehhâbîliğin yayıldığı dönemde Suudilerin bir deve kervanı - 1915)

Vehhâbîliğin Etkileri

Vehhâbîlik, ortaya çıktığı günden bugüne kadar İslam dünyasında olumlu ve olumsuz birçok görüşün ve tartışmanın odağında olmuş bir akımdır. Müslümanların büyük bir bölümünün değer verdiği hak mezhepler, tarikatlar, türbe ve kabir ziyaretleri ve mevlid gibi olguları reddetmeleri ve bid’at saymaları; karşı görüşteki Müslümanları müşrik olarak görmeleri ve Müslümanlarla savaşmaları en çok eleştiri aldıkları konuların başında gelir. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim’i keyfî yorumlamak, Hz. Peygamber’in (sav) şahs-ı mânevîsine saygısızlık etmekle suçlanmış; âlimleri ve veli kulları hiçe sayan fikirleri sebebiyle Müslümanların büyük tepkisini çekmişlerdir. Aşırıya kaçan ithamları, suçlamaları sebebiyle de dönemin ünlü âlimlerinden birçok reddiye ve tenkit almışlardır. Bu sebeple Vehhâbîlik, Suudi Arabistan dışındaki İslam ülkelerinde yaşayan Müslümanlar tarafından rağbet görmemiştir. Mısır, Hindistan ve Afrika’da az sayıda taraftarları vardır.

Bunun yanında, Vehhâbîlerin Müslümanları taklit ve hurafelerden kurtarmak, dinde reform gerçekleştirmek, geri kalmışlığı aşmak amacına yönelik ilmî, fikrî ve edebî çalışmaları 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında reformist İslamcılardan destek görmüştür. Bazı İslam ülkelerindeki yenilikçi akımlar veya gruplar Vehhâbîlikle ilişkilendirilse de, bu iddialar, fikrî ve amelî olarak doğrulayacak kanıtlara dayandırılamamıştır.


(Medine'deki Mescid-i Nebevi'nin hemen yanındaki Cennet'ül Baki'de bulunan ve Osmanlı'nın özenle koruduğu yüzlerce sahabe kabri, Vehhâbîler tarafından yok edildi. Burada hangi sahabelerin bulunduğu tam olarak bilinmiyor. Yeşil kubbeli yerde Hz. Muhammed'in (sav) kabri bulunuyor.)

Bunları Biliyor Musunuz?

  • İslam tarihi boyunca benzeri pek çok fikir ortaya çıkmasına rağmen Vehhâbîlik kadar kolay yayılan ve siyasal boyut kazanan başka bir fikir akımı görülmemiştir.
  • 1999-2009 yılları arasındaki Çeçenlerin bağımsızlık mücadelesinde Orta Asya ülkelerindeki rejim karşıtı dini ve siyasi hareketler için “Vehhabî” ismi kullanılmıştır. Ancak bu gruplarla Vehhabîlerin alakası yoktur.
  • Vahhâbîler, 19. yüzyılın başlarından 1930’lu yıllara kadar tütün ve kahveyi yasaklamış; bu maddeleri açıktan tüketenlere had cezası uygulamış; tütün ticareti ve kahvehane işletmeciliği yasaklamıştır.
  • Muhammed b. Abdülvehhâb, klasik Ehl-i Hadîs (Hanbeliyye ve Selefiyye) çizgisine bağlıdır. Kitâbü’t-Tevĥîd başta olmak üzere eserlerinde İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’nin kitaplarından alıntılar yapmıştır.
  • Abdülvehhâb’dan sonra Vehhâbîlik, 4 oğlu, torunları ve öğrencileri tarafından geliştirilmiştir. Kitâbü’t-Tevĥîd üzerine yazdıkları şerhler, Vehhâbî düşüncesinin en önemli ürünleridir.
  • Vehhâbîler, Osmanlı Devleti’yle yaptıkları savaşın etkisiyle Osmanlı-Mısır güçlerini kâfir ilan etmiştir. Osmanlı kuvvetlerine yardımda bulunanları da kâfir olarak nitelendirmişlerdir.
  • Vehhâbîlik inancı gereği, Kutsal Topraklar başta olmak üzere Suudi Arabistan topraklarındaki birçok türbe ve mezar yıkılmış; sahabe mezarları da dahil olmak üzere binlerce mezar tahrip edilmiştir.
  • Medine’de Hz. Muhammed’in (sav) kabrinin yanında bulunan Cennet’ül Baki adı verilen kabristanda Osmanlı Devleti tarafından yaptırılan sahabe türbeleri, Vahhâbîler tarafından yıkılmıştır. Cennet’ül Baki’deki 7 binin üzerinde sahabe kabrinin tahrip edildiği belirtiliyor.
  • Ünlü İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence, Vehhâbî Abdülaziz bin Suûd ile işbirliği yaparak Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırttı ve isyan başlattı. Emrindeki İngiliz ajanları ve Arap askerleri ile Osmanlı kuvvetlerini zarara uğrattı. Kudüs ve Şam’ın düşmesinde rol oynadı.

Kaynaklar

http://www.islamansiklopedisi.info

Yorumunuzu Paylaşın