Makaleler

Ural - Altay Dil Teorisi Nedir?

Yazar: Diba Bahadıroğlu

Bu konu ve diğer yazılara kaynak olması açısından dil ailesinin ne olduğunu, dünyadaki dil ailelerinin nasıl oluştuğunu bilmek gerekir çünkü Ural – Altay dilleri bir teoridir. Bunun neden kabul edilmediğini, neden bir teori olduğunu anlamak için önce dil ailesinin nasıl oluştuğunu bilmek gerekir. 

Dil Ailesi Nedir, Nasıl Oluşur?

Dünya dillerini sınıflandırma işlemleri 18.yy civarında başlamıştır. Bu diller, belirli kıstaslara dayanarak diller sınıflandırılmış ve belirli dil aileleri oluşturulmuştur. Dil ailesine alınan dillerin belli bir dilden doğduğu  varsayılmış ve o dil  ile yeniden doğan diller arasındaki ses, biçim ve anlam benzerlikleri ortaya konmuştur. Bu diller arasındaki benzerliklerin azlığı ya da çokluğu , ana dilden kopuş zamanını verdiği için dil ailelerinin sınıflandırılması daha da büyük önem kazanmıştır.

Dillerin sınıflara ayrılmasındaki koşullar arasında, dillerin kökeni, yapısı, konuşulduğu çevre gibi faktörler önemli olmuştur. Bu faktörler içinde en önemli olan durum ise dilin köken birliğidir. Köken akrabalığında dillerin tarihine bakılır. Eğer kıyaslanan dillerin tarihlerine inildikçe diller birbirlerine daha da yaklaşıyorsa bu diller birbiri ile köken bakımından akraba demektir. Tıpkı bir ağaç gibi. Kökten gelen tek bir gövde ve gövdeden çıkan dallar gibi olmalı dil aileleri. Bu bakımdan dil tarihi oldukça önemlidir köken akrabalığı konusunda.

Köken bakımından yapılan dil ailelerindeki dillerin ne zaman o köken dilden ayrıldıkları da önemlidir. Dillerin, köken dilden ya da kaynak dilden ne zaman ayrıldığı kimi zaman belgelerle takip edilirken kimi zaman da edilemez. Bu takip edilemeyen aralıklar, karanlık zamanlar olarak da nitelenir. Karanlık zamanlar, dil ailelerinde önemli bir sorundur, dillerin devrimleri takip edilemezse dilin gelişimi sekteye uğrarsa dil aileleri de bir teori olmaktan öteye geçemez. Bu durumda “yeniden kurma” ya da “rekonstrüksiyon” yapılmaktadır. Yeniden kurma, dilin geçmişteki ortaklıkları, dilin tarihsel verileri, dilin modern biçimi ve dilin ses - biçim özellikleri ile akraba olduğu iddia edilen dillerdeki ses denklikleri dikkate alınarak karanlık zamandaki oluşumları hayali olarak yaratmaktır. Genelde bu şekilde tahmin edilen sözcüklerin başında bir yıldız (*) işareti konulur. Bu durum dil araştırmacılarının dil ailesini kabul etmelerini engelleyen en önemli faktördür.Türkçenin başına gelen de budur. Türkçe göçebe ve savaşçı bir yapıya sahip olan Türklerin konuşma dili olduğu için karanlık dönemler oldukça fazladır. Bu bakımdan Türkçe ve onun kökenine ait tüm araştırmalar zordur.

Günümüzdeki dünyadaki birçok dil, geçmişteki kaynak dillerden gelmiştir. Latince bu kaynak dillerden bir tanesidir mesela. Bunun dışında dünyadaki dil aileleri köken bakımından şunlardır:

  1. Hint – Avrupa dil ailesi

  2. Çin – Tibet dilleri

  3. Hami – Sami dilleri

  4. Bantu dilleri

  5. Altay dilleri

  6. Ural dilleri

Türkçe Altay dilleri arasındadır.  Ural – Altay dil birliği teorisi artık eskimiştir. Ural – Altay dil ailesi teorisi kanıtlanamamıştır, bu bakımdan dil ailesi Ural ve Altay olarak ayrılmıştır. Biz, bu kuramın nasıl olduğunu, nasıl kurulduğunu anlatacağız bu yazıda.

Ural – Altay Dil Teorisi Nasıl Oluştu?

Ural  ve Altay dil ailelerinin  bir kökten olduğu fikri 18.yy’da ortaya çıktı. Savaş esiri olarak Rusya’nın Sibirya bölgesine giden İsveçli subay Strahlenberg, burada tam 13 yıl kalmıştır. Bu 13 yılda buradaki halkların dillerini ve kültürlerini araştırmıştır. Ülkesine 1730’lı yıllarda dönen Strahlenberg Das Nord-und Ostliche Theil von Europa und Asia ( Asya ve Avrupa'nın kuzey ve Doğu Kıyıları) adlı eserini yayımlamıştır.  Buradaki veriler, Ural – Altay dil teorisinin başlatıcısı olmuştur.

Philip Johan von Strahlenberg, burada konuşulan dilleri herhangi bir dil ölçütü kullanmadan şu şekilde sıralamıştır:

  1. Fin – Ugor dil grubu : Bu dilin konuşurlarını ise şu şekilde sıralar; Macarlar, Finler, Vogutlar,Çeremisler, Permyaklar, Vatyoklar, Ostyaklar

  2. Türk – Tatar dil grubu : Bu dilin konuşurlarını ise şu şekilde sıralar; Tatarlar, Yakutlar, Çuvaşlar

  3. Samoyed dil grubu : Bu dilin konuşurlarını ise şu şekilde sıralar; Samoyedler

  4. Moğol ve Mançu dil grubu : Bu dilin konuşurlarını ise şu şekilde sıralar; Kalmuklar, Mançular, Tangutlar

  5. Tunguz dil grubu : Bu dilin konuşurlarını ise şu şekilde sıralar; Tunguzlar, Kamasinler, Arinler, Koryaklar, Kuriller

  6. Karadeniz ve Hazar denizinin arkasında kalan kavimlerin konuştuğu diller.

Yukarıdaki dil grubunun bir subay tarafından yapıldığını unutmamak gerekir, bu bakımdan bazı hatalar vardır. Örneğin Çuvaşça ayrı bir koldur çünkü Türkçenin ikinci kolu olan ş/z Türkçesini kullanır. Çuvaşça, Türkçenin tek z/ş konuşurudur bu bakımdan r/l konuşurları ile aynı kefeye konulamaz. Ayrıca buradaki Tatar terimi de yanlış  kullanılmıştır Zaten bu tasnife  önce Fransız Türkolog Albert Remusat daha sonra da Rus Türkolog Wilhelm Schott karşı çıkmıştır.

Çuvaşça’yı Keşfeden: Wilhelm Schott

Wilhelm Schott, kendisinden önceki araştırmacılardan farklı olarak dillerin teknik ve biçimsel özelliklerini göz önüne olarak bir sınıflandırma yapmış ; yani dil bilimsel bir araştırma yapmıştır. Elbette ki sonuçlar, diğer araştırmacılara göre daha bilimsel ve geçerli olmuştur ama biz Wilhelm Schott’u bu sınıflandırmasından ziyade yıllardır gizemi çözülemeyen Çuvaşçayı Türkçe olarak belirlemesi ile anıyoruz.

Wilhelm Schott Ural – Altay dillerini önce iki büyük gruba  ayırır:

  1. Çud ( Fin – Ugor ) Dilleri

  2. Tatar ( Türk – Moğol – Tunguz ) Dilleri

Wilhelm Schott daha sonra çalışmalarını Tatar grubu üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu “Tatar” adını verdiği gruptaki dillerin benzerliklerini, biçimsel özelliklerini incelemiş, diller arasında morfolojik olarak kıyaslamalar yapmıştır. Sonuçta ortaya koyduğu görüş Çuvaşçanın gizemini çözmüştür:

Sonuç: Wilhelm Schott Çuvaşçanın genel Türkçe olan z/ş kolundan ayrıca bir r/l kolu olduğunu ortaya çıkmıştır.

Açıklama: Türkçe, iki kola ayrılır; ilk kol söz sonunda z veya ş sesini taşıyan z/ş kolu; diğer kol ise diğer koldaki z sesine denk gelen r ve diğer koldaki ş sesine denk gelen l koludur. Örneğin Çuvaşça “hir” genelde Türkçede “kız” sözcüğüne denk gelir. Görüldüğü gibi söz sonundaki r, “z” sesine denktir. Çuvaşça dışındaki tüm Türk dil ve lehçeleri Türkçenin z/ş koluna bağlıdır, sadece Çuvaşça r/l koluna aittir. Bu bakımdan bunu bilmeden derleme yapan araştırmacılar, Çuvaşçanın bir Türk dili olduğunu sezmişler ama teknik bilgiden yoksun oldukları için direk genel Türkçe kategorisine sokmuşlardır.

Bu aşamada hala “Ural – Altay” teorisi  geçerlidir, araştırmacılar bu teoriyi kuram yapma peşindedir. Bu kuramı yapma çabasına giren iki isim daha vardır.

Ural – Altay Filolojisinin Kurucusu Matthias Alexander Castrén ve Daha Sonraki Araştırmalar

Matthias Alexander Castrén, Ural – Altay dil teorisinin varlığından kesin olarak emin değildi.  Bu bilgin, Ural – Altay dillerini  beş bölümde incelemekten yanaydı:

  1. Fin – Ugor

  2. Samoyed

  3. Türk Tatar

  4. Moğol

  5. Tunguzca ve ağızları 

W. Schott ve A. Castren’in  bilimsel çabaları sonucunda Ural – Altay dil aileleri Ural ve Altay olmak üzere iki kısımda incelenmeye başlandı. Ural dillerinin diğer adı da “Çud” olarak belirlenmiştir.

Danimarkalı dil bilimci Rasmus Kristian Rask, Ural – Altay dil teorisini yeniden canlandırmıştır.  Ama bu canlandırmada Türkçeden başka dilleri de bu guruba sokarak yanılmıştır. Bu yeni dilleri “İskit” adıyla birleştirmiş ve Grönland, Kuzey Afrika, Asya, Avrupa, Kafkasya, eski İspanya ile Galia dillerini bu  gruba sokmuştur. Yalnız burada yanıldığı nokta dillerin sadece “bitişkenlik” özelliğine bağlı kalmasıdır. Diller sınıflandırırken tek bir noktaya odaklanılmaz.

Max Müller de Rask’ın bitişkenlik noktasını baz almıştır. Müler, “Turani Diller” adı altında bir grup toplamış  ve bu gruba  Siyam, Tibet, Kuzey Hint, Malaya, Arşipel dillerini de Rask’ın dillerine ek olarak koymuştur.

Bu konudaki en belirgin çalışma F.Wiedemann tarafından yapılmıştır. “Çud Halkının  Erken Yerleşim Yerleri ve Orta Asya ile Dil Akrabalığı” adındaki eserinde Ural- Altay dillerinin Hint – Avrupa dillerinden ayrılan noktaları verilmiştir. Wiedemann, çoğu ilim adamı tarafından kabul edilen14 madde şu şekildedir:

Ural – Altay Dillerinde;

  1. Ses uyumu yani ünlü uyumu vardır . Türkçede de büyük ve küçük uyumu vardır.

  2. Sözcüklerin cinsiyeti yoktur, yani sözcükler eril ya da dişil olarak ayrılmaz. 

  3.  Sözcüğün başına artikel ya da harf-i tarif yoktur. Arapçada sözcük başına gelen “el”, İngilizcede “the” sözcük başındaki artikellerdir.

  4. Sözcük türetme, eklerle yapılır. Arapça gibi kök değişmez, sözcük üzerine direk ek gelir ve türetme bu şekilde sağlanır.

  5. İsimlere aitlik anlamı iyelik ekleri ile verilir.

  6. Fille dayalı dillerdir.

  7. Son  ek esastır, ön ek esas değildir. Örneğin İngilizcedeki “re” ( replay “tekrar çalmak” )ön eki tekrar anlamındayken Türkçede böyle bir ön ek yoktur.

  8. Sıfatlar isimlerden önce gelir; Hint Avrupa dillerinde genelde sonra gelir.

  9. Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmasına gerek yoktur. İngilizcede vardır; hem çoğul eki kullanılır hem sayı belirtilir : two pencils  iki kalem

  10. Varlıklar arasında karşılaştırma “+dan/+den/+tan/+ten” ekiyle yapılır.

  11. İsimleri yüklem yaparken isme “i-mek” yardımcı filli eklenir. İngilizce gibi dillerse “am – is – are” şeklinde yapılır.

  12. Olumsuz eylemler için olumsuzluk anlamı veren edatlar ya da ayrı filler kullanılır.

  13. Soru, ek ile sağlanır; müstakil bir durum eki vardır.

  14. Bağlaç yoktur, fiil şekilleri daha yaygındır.

F.Wiedemann bu 14  maddesi ile Ural – Altay dil birliğini kanıtlamaktan ziyade, Ural – Altay dilleri ile Hint Avrupa dillerini ayırır. 

20.yy’a doğru dil araştırmaları farklı bir boyuta ulaştı. Dil akrabalığı konusuna yeni tartışmalarla birlikte yeni kıstaslar da getirildi. Bu kıstaslar da birçok ilim adamı tarafından kabul edildi. Bu kıstaslar şunlardır:

  1. Ses denkliği

  2. Şekil denkliği

  3. Temel kelimelerin ortaklığı

  4. Cümle bilgisi bakımından ortak bir kaynağa giden benzerlik

Sonuç olarak, yapılan çalışmalar bir dil ailesinin varlığını ispatlamadı. Ural – Altay dilleri arasında yukarıdaki ölçütlerden çok azı bulundu. Bu diller arasında daha  çok kelime benzerlikleri ortaya çıkarılıp asıl  ölçüt olan  ses denkliği, tarihî ve karşılaştırmalı yöntem  kullanılmamıştır. Ayrıca Ural – Altay dillerinde malzeme ve kaynak yetersizliği de göze çarpar. Bu veri yetersizliği de Ural – Altay dil teorisinin kanıtlanmasına büyük engeldi. Son yıllardaki araştırmacılar ve araştırmalar bu dillerin “Ural Dilleri” ve “Altay Dilleri” olarak incelenmesini uygun gördüler. Türkçe ise Altay Dil Ailesi grubuna alındı ama Altay Dilleri konusunda da halen tartışmalar devam etmektedir.

Kaynaklar

N. Demir-Emine Yılmaz, “Ural-Altay Dilleri ve Altay Dilleri Teorisi”, Türkler, c. I, 394-402, Yeni Türkiye yay., Ankara 2002
Ahmet Temir ,Ural-Altay ve Altay Dilleri http://turkoloji.cu.edu.tr/CAGDAS%20TURK%20LEHCELERI/temir.pdf
Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, 9. Baskı
Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun Kitabevi, 4.Baskı
Ali Akar , Türk Dili Tarihi, Ötüken Neşriyat, 10. Baskı

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın