Makaleler

Mirasta Halefiyet

Yazar: Alperen Zeyli

Bu yazımızda atanmış mirasçı, vasiyet alacaklısı, zümre kavramlarını ve devletin mirasçılığını inceleyeceğiz.

Mirasta Halefiyet

Medeni Kanun madde 599/1- Mirasçılar, miras bırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.

Kanunlardaki istisnalar saklı kalmak üzere mirasçılar taşınmazlarda tescile, taşınırlarda zilyetliğin devrine alacak, haklarında, alacağın temlikine ihtiyaç olmaksızın mirası iktisap ederler. Esasen külli halefiyet denilen kurum budur. Mirasçıların mirası bir bütün halinde hakları ve borçlarıyla iktisap etmesi için onların haberlerinin olmasına bile gerek yoktur. Miras tescilden önce kazanma hallerinden biridir. Borçlar Kanunu’nda da alacağın devrinin geçerli olması için yazılı şekil olması gerektiği belirtilmiştir. Oysa mirasta böyle bir duruma gerek yoktur. Külli halefiyet haklarla birlikte borçları da intikal ettirir. Dolayısıyla bir mirasçı haberi olmasa dahi bir terekenin borçlarından da sorumlu olabilir ve tereke borçlarından ötürü şahsen ve müteselsil olarak sorumludur. Külliye halefler yasal ve atanmış mirasçılarıdır. Bizim hukukumuzda zümrelere dahil olan kişiler, yasal mirasçılarıdır ama bizim hukuk sistemimiz sadece yasal mirasçıları düzenlemez, bir yandan da miras bırakanın iradesine yer verir.

Atanmış Mirasçı ve Vasiyet Alacaklısı

İradi olarak belirlenmiş iki çeşit mirasçı vardır. Bunlardan biri atanmış mirasçı, diğeri ise vasiyet alacaklısıdır. Bu ikisini birbirinden nasıl ayırt edeceğimize bakacak olursak; ikisi de hukuksal bir işlemle gerçekleşir ya vasiyetnameyle ya da miras sözleşmesiyle gerçekleşir. İkisini ayırt edileceği zaman miras bırakanın ifade biçiminden anlamak gerekir. Eğer miras bırakan, spesifik bir malı değil de terekenin belli bir kısmı için birini mirasçı olarak atamış ise buna mirasçı atama denilir. Fakat spesifik olarak ne bırakacağı belirtilmemişse miras bırakan o kişiye belirli mal bırakmada bulunmuştur. Belirli mal bırakmada bulunulan kişi ise vasiyet alacaklısıdır. Bazen miras bırakın ifade biçimi itibariyle veya inandığı hukuksal terminoloji itibariyle, vasiyet alacaklısından bahsetse bile onun mirasçı atama olarak değerlendirilmesi gerekir. Örnek üzerinden gidecek olursak, miras bırakan terekenin çok önemli bir kısmını vasiyet etmişse, kullandığı kavram, vasiyet alacaklısı olsa bile onun bu vasiyetçi atama gibi değerlendirilmesi gerekir. İkisinin arasındaki temel fark şudur: Atanmış mirasçılar, tıpkı yasal mirasçıları gibidir. Dolayısıyla terekenin hem haklarından hem de borçlarından mesuldürler ve ölüme bağlı tasarruflarla pek çok işlemleri talep etme yetkisine haizdirler. Belli davaları açma yetkileri, o kişilere tanınmıştır. Doğrudan doğruya miras bırakanın halefidirler. Oysa vasiyet alacaklıları miras bırakanın doğrudan halefi değildirler. Onlar yasal ve atanmış mirasçılardan talep hakkı olan kişilerdir. Vasiyet alacaklıları kanun gereği mirasçı değillerdir. Eğer yasal ve atanmış mirasçılar, vasiyet alacaklıların talebine karşılık vermiyorlarsa onlara karşı Medeni Kanun madde 716'ya göre, cebri tescil davası açabilirler. Tabi bu dava vasiyetin geçerli olmasına bağlıdır. Vasiyet alacaklıları terekenin borçlarından mesul değildir. Bazen yasal ve atanmış mirasçılar, sayı itibariyle birden fazla olabilir. Bu sonucu değiştirmez. Böyle bir durumda mirasçılar arasında elbirliği, hak ortaklığı söz konusu olur ama eşya hukukundaki elbirliği mülkiyetten farklı olarak sadece mülkiyet değil, hak söz konusudur. Yani mirasçıların paylaşacağı hak ortadadır ama hangi mirasçının ne kadar payı vardır, bu belli değildir. Uygulanacak hükümler açısından çok farkı yoktur. Usul hukukundaki karşılığı zorunlu dava arkadaşlığıdır. Mülkiyete konu mallar bakımından ise elbirliği mülkiyet oluşturur. Dolayısıyla mirasçıların terekeye dahil mallar üzerinde tek başlarına tasarruf yetkileri yoktur. Mirasçılar sadece çok acil müdahaleyi gerektiren durumlarda tek başlarına işlem yapabilir. Fakat yine bu durumlarda bile sonradan diğer mirasçılardan onay almalıdırlar. Terekede birden fazla mirasçı olduğunda, borçlar noktasında bir ayrıma gidilir. Çünkü yasa, mirasçıları tereke borçlarından müştereken ve müteselsil olarak sorumlu tutmuştur. Miras bırakanın borcu para borcu ise alacaklı istediği mirasçıya dava açabilir ama alacaklı, miras bırakanın tekkesindeki bir taşınır malın, esasen kendisinin olduğunu iddia ediyorsa istihkak iddiasını bütün mirasçıları yöneltmelidir. Çünkü o malın teslimi, doğrudan doğruya bir paranın ödenmesi gibi değildir.

Zaman Aşımı ve Dava

Vasiyet alacaklısının yasal ve atanmış mirasçılara karşı olan talep hakkı 10 yıllık zaman aşımına tabidir. Vasiyet alacaklısının açacağı davaya da vasiyetin tenfizi davası denir.

Zümre

Her devlette miras sistemi farklıdır. İslam hukukunun mirasın, kime kalacağını, tamamen kendi belirlemişken Roma ve Fransız hukukları ise miras bırakana yakınlığı dikkate almışlardır. Bizim yasamız ise hem zümre sistemini hem de bir yere kadar miras bırakanın iradesini esas almıştır. Zümre bir kişiden türeyen ve ona bağlı olanlar anlamındadır.


M, zümre başı olursa A, B, C kök başları olur. Eğer alt soy yoksa zümre başı olunamaz. Kök başı olmak için de alt soyun olması gerekir. Birinci zümre miras bırakanın alt soyudur ve ondan türeyenlerdir. İkinci zümre miras bırakanın anne ve babasıdır. Tabloda ikinci zümre başı MA ve MB’dir. Kök başları ise H, L ve M’dir.

Medeni Kanun madde 500- Evlatlık ve alt soyu, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlatlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder.

Evlat edinen ve hısımları, evlatlığa mirasçı olmazlar.

Miras bırakanın evlatlığı varsa ve geçerli bir evlatlık sözleşmesi varsa o da birinci zümreye dahildir. Evlatlık ve onun mirasçıları da miras bırakanın mirasçısıdır. Evlat edinen hiçbir zaman evlatlığın mirasçısı olamaz. Hatta onun biyolojik babası dahi olsa evlat edinen ile evlatlık arasında herhangi bir şekilde soy bağı tesis edilmemişse evlat edinen evlatlığın mirasçısı olamaz. Bu kişilerin mirasçı olabilmesi için anne ve babasının sonradan evlenerek bu nesebi düzeltmeleri mümkündür ya da babanın çocuğu tanıması yoluyla veya açılacak olan bir babalık davası ile mümkün olur. Eskiden yasamız babalık davasında, kişisel sonuçlu ve mali sonuçlu babalık davası diye ikiye ayırırdı. Mirasın intikali için kişisel sonuçlu babalık davası aranırdı. Yine eski kanunumuzda sahih ve gayrisahih nesep şeklinde ayrım vardı. Sahih nesep, evlilik birliği içerisine doğmuş gayrisahih nesep evlilik dışında doğmuş çocuklara denilir. Gayrisahih nesepli çocuklar, sahih nesepli çocuklara göre mirastan yarı oranında daha az pay alırlardı ama 1987 yılında Anayasa Mahkemesi bu hükmü iptal etmiştir. 

Zümre ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususlar.

  • Birinci zümrede mirasçı varsa, ikinci ve üçüncü zümre, mirastan pay alamaz. Birinci zümrede kimse yoksa ikinci zümre mirasçı olur ve bu sefer üçüncü zümre mirastan pay alamaz. Önemli olan o zümrenin içerisinde yer almaktır. Zümre itibariyle bakıldığında, o zümrede bulunup, miras bırakanın yakınlık ve uzaklık ilişkisi, diğer zümreleri alakadar etmez.
  • Zümreler içerisinde daha yakın mirasçı varsa, daha alttaki mirastan pay alamaz.
  • Zümre içerisinde, zümre başı hayattayken onun altındakiler mirastan pay alamazlar.


Tablodan da anlaşıldığı üzere anne ve baba hayattayken kardeşler mirasçı olamaz. Eğer A ölü olsaydı A’nın hissesi sağ çocuklarına halefiyet ilkesi gereğince dağıtılırdı. Bu durumda B-->2/4   X-->1/4   Z-->1/4 şeklinde paylaştırma olurdu.

Normal koşullarda, mirasçı olabilmek için miras bırakanın ölümü anında mirasa ehil olarak sağ olmak şarttır. Ölüm, mirasın reddi, mirastan mahrumiyet gibi herhangi bir sebepten kök başlarından biri mirasçı olamaz ise onun alt soyu kendi kök başını veya zümre başını halefiyet yoluyla temsil eder.


Tabloya göre M, miras bırakandır ve E, M’den önce ölmüştür. A ise M’yi öldürmeye teşebbüs ettiği için mirastan mahrum durumdadır. Normalde A, B, C, D, F kardeşlerin hepsinin mirastan 1/5 oranında payları vardır ancak A mirastan mahrum olduğu için miras payını alamaz. Bu durumda A sanki hiç yokmuş gibi normalde ona düşecek olan pay onun alt soyu arasında dağıtılır. Bu durumda G, H ve L’nin hepsinin ayrı ayrı 1/15 oranında miras payları olur.

Hükümsüzlük

Borçlar kanunun temel ilkelerinden yola çıkarak bazı borç işlemleri yok hükmündedir. Ölüme bağlı tasarrufların hükümsüzlüğü konusunda ise genel kural iptaldir. Bazı noktalarda, yokluk ve butlan vardır ama asıl ilke iptaldir. Kanun koyucunun belirlemesine göre, borç sözleşmelerinde kesin geçersiz dediği bir ilke, diğer tüm mirasçılar razı geliyorsa o husus borç sözleşmelerindeki gibi kesin geçersiz değildir. Yani o hususun iptalini isteyen hiçbir mirasçı yoksa hakim resen (kendiliğinden) dikkate almaz. Usul hukuku alanında bu bir itiraz sebebi değildir. Bu durumlar iptal edilebilirlik müeyyidesine tabidir. Miras bırakanın evlatlıkla ilişkili onun mirasçı olmasını planlayan bir hukuksal işlem yapılmış olsa bile ilgili kişiler, bunun iptalini isteyebilirler.

Devletin Mirasçılığı

Miras bırakan hiç kimseye miras bırakmamışsa ve saklı paylı mirasçısı yoksa mirası devlete geçer. Fakat devletin mirasçılarının bir özelliği vardır. Devlet terekenin borçlarından sadece kendisine intikal eden haklar kadar sorumludur.

Kaynaklar

Türk Medeni Kanunu
Prof. Dr. Mustafa Dural ve Prof. Dr. Turgut Öz, Türk Özel Hukuku Cilt 4/ Miras Hukuku. İstanbul: Filiz Kitabevi, 2017

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın