Makaleler

Eski Türk Edebiyatında Allah ve Peygamber ile İlgili Edebî Türler

Yazar: Diba Bahadıroğlu

Eski edebiyatın edebi türlerinde Allah ve Peygamberle ilgili edebi türler oldukça fazladır. Bu türlere geçmeden önce edebî türün ne olduğunu anlatmakta fayda görüyoruz.

Edebi Tür Nedir?

Edebi tür, bir edebiyat ürünün konusu ile ilgilidir. Bu edebiyat ürünü manzum yani şiir ya da mensur yani düzyazı da olabilir.

Edebiyat ürünü, iki şekilde incelenir: Tür ve Şekil. Şekil incelemesinde edebi ürünün dış özelliklerine bakılır. Dörtlüklerden mi yoksa beyitten ya da başka bir dize çeşidinden mi oluştuğu, şiirin ya da düz yazının uzunluğu gibi durumlar şekil ile alakalıdır. Eğer edebiyat ürünü aşk konusunda, din konusunda vb konularda yazılmışsa bu tür ile ilgilidir. Biz de bu yazımızda eski edebiyatta konusu Allah ve Peygamber ile olan eski edebiyat ürünlerini inceleyeceğiz.

Önce eski Türk edebiyatında konusu Allah olan edebiyat ürünlerinin adlarını sıralayalım:

  • Tevhid

  • Münacat

  • Esma-i Hüsna

Daha sonra eski Türk edebiyatında konusu Hz. Peygamber olan edebiyat ürünlerinin adlarını sıralayalım:

  • Ahmediyye/ Muhammediyye/ Mahmudiye

  • Hilye

  • Kırk Hadis ve Gül-i Sad-Berg

  • Mevlid

  • Miracname/ Miraciye

  • Na’t

  • Siyer

Şimdi bu edebi türleri tek tek tanıtalım:

Eski Türk Edebiyatında Konusu Allah Olan Eserler

1. Tevhid

Din konulu edebiyat ürünlerinde tevhid konusu en değerli konudur. Tevhid, Arapça “vhd” sülasisinden gelir  ve kelime anlamı ile “birleme, bir etme ve olma, birleştirme” demektir. İslamî bir terim olarak tevhid “Allah’ın bir olduğunu kabul etme, bunu sürekli tekrarlama, onun dışında hiçbir ilah kabul etmemek” demektir.

İslamî ilimlerin önemli bir dalı olan kelam ilmi için Tevhid, pek önemli bir konudur. Kelam kapsamında Tevhid Allah’ın sıfatlarını, eylemlerini ve kendisini işler.

Tevhid türünün kaynağı Cahiliye Devri dönemine kadar götürülür, yani Tevhid türünün kaynağı Arap edebiyatına dayanır. Daha sonra Fars edebiyatına geçmiştir.

1.a. Türk Edebiyatında Tevhid

Doç. Dr. Haluk Gökalp, Türk Edebiyatında Manzum Tevhidler adlı eserinin “Türk Edebiyatında Tevhid” bölümünde Türk edebiyatında tevhid türünün başlangıcını, İslamî Türk edebiyatının başlangıcı olarak kabul eder. Özgün bir tespit ile de Tufan bölgesindeki metinlerin doğal olarak tevhid inancını karşıladığını dile getirir.

İslamî Türk edebiyatı Karahanlı Türkçesi ile başlar Türkçede.  Bu bakımdan Türk edebiyatında ilk tevhid örneklerini Karahanlı Türkçesi döneminde yani 13. yüzyılda Orta Asya sahasında görüyoruz.  Orta Asya sahasında görülen ve içinde tevhid konusu olan iki eser vardır:

  • Yusuf Has Hacip: Kutadgu Bilig

  • Edip Ahmet Yükneki:  Atabetü’l Hakayık 

Yalnız bu iki eserde de “tevhid” başlığı kullanılmamıştır. (Haluk Gökalp, Türk Edebiyatında Manzum Tevhidler, Kesit Yayınları, İstanbul, 2016, s.88)

Anadolu sahasında tasavvuf Ahmet Yesevi ile birlikte 13. Yüzyılda boy gösterdi. Daha sonra Yunus Emre’nin ilahilerinde tevhid konusu işlenmeye başladı. Orta Asya sahasında ise Çağatay edebiyatı ile tevhid işlemeye devam ediyordu.

12 ila 14.yy arasında Anadolu sahasında divan sayısı çok azdır. Eldeki divanların da düzenli olduklarını söylemek oldukça zordur. Bu bakımdan da 15.yy’da Aşık Paşa Anadolu sahasında “tevhid” başlığını kullanan ilk divan şairidir.

Daha sonra tevhid, Anadolu sahasında yayılmaya başladı. Divan edebiyatının Anadolu sahasında giderek yaygınlaşması ile tevhid başlıkları da çoğalmaya başladı.

1.b. Divanlarda Tevhid ve Tevhid’in Düzeni

Divanlarda tevhid konulu edebiyat ürünlerinin divanın ilk sırasında yer aldığı görülür. Ayrıca tevhid, hemen hemen tüm nazım şekillerinde yazılabilen bir konudur. Bu bakımdan da hareket sahası oldukça geniştir. Ek olarak mesnevilerde müstakil bir tevhid kısmı bulunabilir.

Tevhidlerde genel bir içerik planı vardır. O da şu şekildedir:

  • Önce Allah’ın esma-i hüsna olarak bilinen 99 adına yer verilir.

  • Allah’ın sıfatlarından bahsedilir.

  • Allah’ın selbî ve sübûtî özelliklerinin evrene yansımasından bahsedilir.

  • Peygamber ve mucizelerinden bahsedilir.

  • Tümevarım yöntemi ile bunların bir yaratıcısı olması sonucuna varılır.

Hemen hemen tevhitlerde bunlar işlense de şairin birikimi ve dünyaya bakış açısı, tevhitleri daha özgün hale getirmektedir.

2. Münacat (Münâcât)

Arapça bir sözcük olan münacat; “Allah’a yakarma, dua” anlamındadır. Bir edebî tür olarak münacat ise Allah’a yakarışı, duayı konu edinen manzum ya da mensur eserlerdir. Ama manzum olarak yazılan münacatlara da tazarru ya da tazzaru-name adını almışlardır.

Eski Türk edebiyatında münacat hemen hemen her nazım şeklinde yazılmıştır. Kaside, gazel, mesnev, rubai, kıt’a bu nazım şekillerinin bir kısmıdır.

Münacatta işlenen konular günahkarlık, cehennem, ölüm korkusu ve af dileme isteğidir. Münacat yazan şair, hem günahlarını anlatıp hem de Allah’ın affına sığınır. Bu bakımdan da Gaffar, Rahim, Kerim, Mu’in gibi Allah’ın sıfatlarına da yer verirler.

Münacatlar, devlet adamlarına ya da padişahlara yazılabilirler ama yine de konu Allah’a yakarıştır. Aslen manzumenin ya da nesrin konusu, Allah’tır.

Eski Türk edebiyatında meşhur münacat yazan şairler şunlardır:

  • Ahmed-i Dai

  • Adlî mahlası ile II.Beyazıt

  • Şeyhî

  • Usûlî

  • Zaifî

  • Fuzulî

  • Muhibbi mahlası ile Kanuni Sultan Süleyman

  • Bahtî

  • Nefî

  • Nazîm

  • Nevres

  • Sünbülzade

  • Vehbî

  • Enderunlu Vâsıf

Tanzimat döneminde de bazı şairler münacat yazmışlardır:

3. Esma-i Hüsna ( Esmâ-i Hüsnâ)

Kuran-i Kerim’de Araf VII/180 ‘de şöyle yazar: “En güzel isimler (el Esma’ül Hüsna) Allah’a mahsustur. O’na o isimlerle dua ediniz…”Bu bakımdan da çeşitli kaynaklarda farklılık gösterse de Allah’a mahsus olan Esma-i Hüsnalar yazılmış ve Kutsal Kitap’ta ve hadislerde geçen Allah’ın sıfatlarının ezberlenmesinin cennetin anahtarı olduğu vaad edilmiştir.

Edebî tür olarak Esma-i Hüsna da Allah’ın 99 özel sıfatını konu edinen manzum ya da nesir edebiyat ürünüdür.

Esma-i Hüsna şerhi önce Arap edebiyatında görülmüş daha sonra da İran ve Türk edebiyatında görülmüştür. Ayrıca yapılan bu şerhler de Esma-i Hüsna olarak anılmıştır.

Esma-i Hüsna’nın manzum şerhleri de mensur şerhleri de vardır.

Hz. Peygamber ile İlgili Edebî Türler

Hz. Muhammed’e duyulan sevgi ve saygı, onu konu edinen edebiyat ürünlerini meydana getirmiştir. Aşağıda sayılan edebi türler, önceleri Siyer’in bir bölümü iken daha sonra gelişip yaygınlaşarak müstakil bir hale gelmiştir.

I. Ahmediyye/ Muhammediyye/ Mahmudiye

Ahmediye, Muhammediyye ya da Mahmudiye olarak bilinen bu edebi türde Hz. Muhammed’in hayatı, bir nevi nasihat kitabı şeklinde işlenir. Bazı Muhammediye türündeki eserler şunlardır:

  • Yazıcıoğlu Mehmet: Muhammediye

  • İlmi Mehmet Efendi: Manzume-i Akaid

  • Yusuf: Muhammediyye

  • Kadı Mahmut: Mahmudiyye

  • Mehmet : Siretü’n Nebi

  • Seyyid İbrahim : Siyer

  • Abdurrahman: Siyer-i Nebi

II. Hilye

Hilye Arapça bir sözcük olup kelime anlamı “süs, ziynet, yüz ve ruh güzelliği” demektir. Edebî bir tür olarak hilye Hz. Muhammed’in fiziksel ve ruhsal özelliklerini anlatan eserlerdir. Aynı sözcük hat sanatında cepte taşınabilen levhalara da verilmiştir.

Hilye Arap edebiyatı ürünlerindendir ve yine Arap edebiyatında teşkil eden Şemâil denen edebiyat ürünlerinden doğmuştur. Şemai, Hz. Muhammed’in hayatını, davranışlarını ve ruh hallerini hilyelere göre daha geniş bir şekilde anlatmıştır. Bu bakımdan hilyelere kaynaklık etmiştir. Hilyelere kaynaklık eden diğer önemli eser ise hadislerdir.

Arap edebiyatında ilk şemail yazarı İmam Tırmızî’dir. İmam Tırmzî’nin eseri bu bakımdan kendisinden sonra yazılan şemail ve hilye kitaplarına kaynaklık etmiştir. Arap edebiyatında bolca hilye türünde eser bulunmasına rağmen Fars edebiyatında hilye türü o kadar yaygınlaşmamıştır.

Türk edebiyatında hilye türünün gelişmesinde şu hadis önemli rol oynamıştır: “Hilyem gören beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram kıla; o kişi kabir azabından emin olur. Mahşer günü çıplak olarak hasredilmez.”

Hilyelerde öncelikle Hz. Muhammed’in özeliklerini içeren Arapça ibarelere yer verilir. Daha sonra bu ibarelerin tercüme ve hatta şerhleri yapılmıştır. Daha sonra ise referans olan diğer hilyelerden, hadislerden, sahabe anılarından ilhamla Hz. Muhammed’in bir takım özelliklerinden bahsedilir.

Türk edebiyatında sadece Hz. Muhammed’e değil diğer dört halifeye, din büyüklerine, belli tarikat şeyhlerine, aşere-i mübeşşereye hilye yazılmıştır. Edebiyatımızda bu tür hilyelerin en meşhurları şunlardır:

  • Neşatî Ahmet Dede – Hilye-i Enbiya

  • İbrahim Cevri – Hilye-i Çehar-ı Yar-ı Güzin

  • Edirneli Güfti – Hilye-i Aşere-i Mübeşere

Bunun dışında en ünlü hilye yazarları: Nahifi ve Hakanî Mehmet Bey. Bu hilye yazarlarının dışında yüzyıllara göre diğer hilye yazarlarımız şunlardır:

16.yy için

  • Hoca Sadeddin – Risaletü’ş Şemalliye

  • Şerifi –Risale-i Hilyetü’r Resul

  • Hakani Mehmet Bey – Hilye-i Hakanî

17.yy için

  • Aziz Mahmut Hüdayî – Şemailü’n nübüvveti’l Ahmediyyeti’l Muhammediye

  • Bosnalı Mustafa – Tercüme-i Hilyetü’n Nebi

  • Nahifi – Hilyetü’l Envar

18.yy için

  • Seyyid Mehmet Efendi – Hilye

  • Arif Süleyman - Hilye

III. Kırk Hadis ve Gül-i Sad-Berg

Hadis, Hz. Muhammed’in sözleri ve emirleridir. İslamiyet’in doğuşundan bu yana hadisler toparlanmaya çalışılmıştır. Bunun için de kırk hadis kitapları ortaya çıkmıştır. Bu kırk hadis kitapları Arap edebiyatında erbaûn hadîs, Fars edebiyatında çihil hadîs adıyla bilinmektedir.

Hz. Muhammed hadisleri elbette sadece 40 tane değildir ama kırk sayısının Türk ve İslam kültüründe önemli bir yeri vardır. Kırk, Kutsal Kitap’ta insanın olgunluğa eriştiği zaman olarak verilir. Ayrıca Hz. Muhammed, 40 yaşında peygamber olmuştur. Bu bakımdan 40 hadis toplanmıştır.

Hz. Muhammed’in hadislerini toplamanın nedeni ise Hz. Muhammed’in sevgisine ulaşma, şehit derecesine ulaşma, vaat edilmiş cennete kavuşma heyecanıdır. Ayrıca sevap kazanma, alim ya da fakih olma isteği de bu nedenler arasında sayılabilir.

İlk 40 hadis örneği tabiki Arap edebiyatından gelmiştir. İlk hadis kitabının yazarı Abdullah b. Mübarek adındaki Arap bir alimdir. Hadis kitabının ismi ise Erba’ûn Hadis’tir. Arap edebiyatında ilk örnek dahil olmak üzere hazırlanan kırk hadis kitapları nesir tarzındadır. Bunun temel nedeni ise kırk hadis derlemelerini şairlerin ya da edebiyatçıların değil alimlerin yapmasıdır. Fars edebiyatında ise Arap edebiyatındaki değildir durum. Çihil Hadis adı ile derlenen kırk adet hadis manzum halde yazılmıştır genelde.

Türk edebiyatının ilk kırk hadis kitabı ise oldukça erken bir döneme aittir. 14.yy’da Harezm Türkçesi döneminde yazılan Nehcü’l Feradis yani o dönemin Türkçesi ile “Uçmahların Açık Yolu” anlamına gelmektedir. Modern dilde “Cennetlerin Açık Yolu” anlamına gelen bu eserin sahibinin Kelderli Mahmut olduğu düşünülmektedir. 15.yy’a gelindiğinde yine Orta Asya sahasında Çağatay sahasının en önemli şairi olan Ali Şir Nevai’nin Çihil Hadis adlı eseri ile karşılaşıyoruz. Anadolu sahasında ise Niğde doğumlu Kemal Ümmî'nin Armağan adlı eseri ile Anadolu sahasındaki kırk hadis boşluğunu doldurmaktadır.

16.yy’a gelindiğinde kırk hadis türü edebiyat sahasında hızla yayılmaya başladı. Şairler tarafından tercih edilmesi bu türün ününe ün kattı. Yüzyılın büyük şairleri de kırk hadis türünde eserler vermeye başladı. Bu eserlerden meşhurları şunlardır:

  • Fuzuli – Molla Cami’nin eserinden çevirdiği Tercüme-i Hadis-i Erbaîn

  • Kemal Paşazade – Şerh-i Hadis-i Erbain

  • Gelibolulu Ali – Nev’i 

  • Gelibolulu Ali – Fevri

17.yy’da  Hakanî, Nabî, Feyz-i Kefevî; 18.yy’da Osmanzade Taibi, Hikmetî ve Bursalı Hakkı kırk hadis kitapları yazmışlardır. Elbette kırk hadisler 18.yy’dan sonra da devam etmiştir. 20.yy’a kadar kırk hadis yazan alimlerden söz edebilmekteyiz.

Kırk hadis kitapları Türk edebiyatında manzum – mensur karışık halde yazılır. Manzum olanların çoğu kıta nazım şekli ile yazılmıştır. Plan ise gayet basittir: hadisin asıl metni, hadisin tercümesi ve hadisin kısa izahı.

Türk edebiyatında kırk hadis kitapları içerikleri bakımdan dikkat çeker. Kırk hadis kitaplarının genel içerikleri şu şekildedir:

  • Kutsal Kitap

  • İslam’ın beş temel şartı

  • Takva

  • İbadet

  • İlim

  • Siyaset ve hukuk

  • Ahlak ve ahlakî hayat

  • Tıp

  • Hat sanatı

Gül-i sad berg, kelime anlamı ile yüz yapraklı gül anlamındadır. Bu ad önemlidir çünkü eski Türk edebiyatında yüz ile anılan tüm eserler bu adla anılmıştır. Yüz muamma yazan Abdullah Feyz Efendi eserine gül-i sad berg demiştir, buna benzer bir örnek de yüz civarı mektuba gül-i sad berg adını veren Mesihîdir. Yalnız bunların hiçbiri bir edebî tür değildir çünkü bunlardan bir tane vardır. Edebî olarak sayılabilen eserler; yüz hadis tercümeleridir. Bu yüz hadiseden en önemlileri Muhyî-i Gülşenî , Niğdeli Vasfî ve Bursalı İsmail Beliğ’e aittir. Gül-i sad berg planı, kırk hadis planına benzer. Kısa ve özdür. Edebiyat yapmaktan ya da hüner göstermekten çok ilme yöneliktir.

IV. Mevlid

Mevlid, halk arasında en çok bilinen edebî türlerden birisidir. Mevlid Arapça bir kelimedir ve kelime anlamı şudur: “bir kimsenin doğumunu, doğum yeri ve özellikle Peygamber’in doğduğu ev, Peygamber’in doğumu, Peygamber’in doğumunu anlatan eser ve bayram ziyafeti.”

Mevlid, Hz. Muhammed’e duyulan sevgi, sadakat ve aşkın anlatıldığı, ondan şefaat istendiği, onun doğumuna yer verildiği, onun hayatının anlatıldığı edebî türdür. Bu eserde ayrıca Hz. Muhammed’in mucizeleri, ona peygamberlik müjdesinin verilme anı, vefa hutbesi, sıfatları da yer alır.

Anadolu halkı arasında en çok bilinen mevlid, 15.yy’dan kalma Süleyman Çelebi’nin yazdığı Vesiletü’n Necat adlı eserdir. Bu eserin ismi zamanda edebî türü ile anılmıştır. Anadolu’da yazılan diğer mevlidler: 

  • Aşık Paşa: Garipname

  • Darir: Siyer-i Nebi

  • Hamdullah Hamdi

  • Behişti

  • Lamiî

  • Nahifî

Bu mevlidlerin, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i ile benzeşen yanları da vardır; farklı yanları da vardır.  Yalnız hiçbiri Süleyman Çelebi kadar başarılı olamamıştır. Bugün Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i dinî toplantılarda, ev yenileme ya da hayırlama için yapılan merasimlerde, sünnet törenlerinden sonra, doğumlardan sonra ve farklı amaçlarla yapılan diğer toplantılarda okunmaktadır. Bazen, sözlerini anlamayan kişiler bu metni kutsal atfetmektedir ama bu metnin kutsal bir tarafı yoktur. Nitekim bu metin bir edebiyat eseridir ve kul tarafından yazılmıştır.

V. Miracname/ Miraciye

Miracname, diğer edebî türlerde de olduğu gibi Arapça bir isimdir. Kelime anlamı “yukarı çıkma, arşa yükselme” olarak geçer. Edebî tür olarak da konusu Hz. Muhammed’in göğe yükselme anı ve Allah tarafından kabul edilmesi olarak bilinmektedir. Bu edebî tür için kullanılan diğer adlar şunlardır: mirac-i nebi, miracü’n nebi, mirac-i Ahmedî.

Miracname, diğer edebî türlerde de olduğu gibi Arapça bir isimdir. Kelime anlamı “yukarı çıkma, arşa yükselme” olarak geçer. Edebî tür olarak da konusu Hz. Muhammed’in göğe yükselme anı ve Allah tarafından kabul edilmesi olarak bilinmektedir. Bu edebî tür için kullanılan diğer adlar şunlardır: mirac-i nebi, miracü’n nebi, mirac-i Ahmedî.

Bu edebî tür için kaynak olarak Kuran-ı Kerim’de mirac olayını anlatan İsra ve Necm sureleridir.

İslam dünyasında miraç olayı fazlaca önemsenmiştir. Osmanlı Devletinde Hz. Muhammed’in miraca çıktığı tarihi cami ve zaviyelerde kutlanmış, miracname adı ile şiirler yazılmış ve okunmuştur. Bu şiirleri okuyana da mirachan denmiştir.

Bu edebî türün de kaynağı Arap edebiyatıdır ve Arap edebiyatında miracnameler mensur olarak kaleme alınmıştır. Arap edebiyatının en ünlü isimlerinden İmam Gazali’nin miracnameleri vardır. Aynı zamanda Muhyiddin-i Arabî’nin bu konuda eserleri vardır. Fars edebiyatına baktığımızda Nizami’nin hamsesi miracname bulunur. Ayrıca Feridün-i Attar’ın “İlahiname” ve “Esrarname” aldı eserinde, Molla Cami’nin Mirkadü’l Akaid adlı eseri içinde miracnameler bulunmaktadır.

Türk edebiyatında manzum ve mensur her iki şekilde de miracname yazılmıştır. Manzum miracamelerde genellikle mesnevi nazım şekli kullanılmıştır. Divan içlerinde müstakil miracnameler olduğu gibi siret, hilye gibi edebî türlerin içinde de miracnameler yer almıştır. Müstakil olarak miracname yazan ve ismi belli olan ediplerimiz şunlardır:

  • Abdülvasi Çelebi: Miracname-i Seyyidü’l Beşer (15.yy)

  • Arif: Miracü’n- nebi (15.yy)

  • Şeyh İsmail Hakkı Bursevî : Miraciyye (18.yy)

  • Nayi Osman Dede: Miracü’n- nebi (18.yy)

  • Süleyman Nahifi: Miracü’n- nebi (18.yy)

Miracnamelerin bir bölüm olarak geçtiği bazı eserler ve sahiplerini de şu şekildedir:

  • Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n Necat adındaki mevlidi

  • Ahmedî’nin Cemşid ü Hurşid mesnevisi

  • Lami Çelebi’nin Ferhad ü Şirin adındaki mesnevisi

  • Hamdullah Hamdi’nin Leyla ü Mecnun mesnevisi

  • Fuzuli’nin Leyla ü Mecnun mesnevisi

Mirac, birçok şair için de telmih vesilesi olarak kullanılmıştır. 

VI. Na’t

Na’t, Hz. Muhammed’in hayatını ve Hz. Muhammed’in hayatı ile ilgi olan her şeyin anlatıldığı ayrıntılı bir edebî türdür. Na’t zaten kelime anlamı ile “bir kimsenin özelliklerini överek anlatmak” demektir. Edebî tür olarak da durum çok farklı değildir. Terim anlamı olarak Hz. Muhammed’in hayatını, ruhsal özelliklerini, fiziki özelliklerini anlatan eserdir.

Yukarıda bahsettiğimiz diğer edebî türlerde olduğu gibi bu türün de ilk örneği Arap edebiyatında ortaya çıkmıştır. Yalnız bu türün ilk örneği Hz. Muhammed doğmadan yedi asır önce Esad Ebû Kerib El-Himyerî tarafından yazılmıştır. Hz. Muhammed hayattan ona yazılan ilk na’t Ka’b Bin Züheyr tarafından Banet Suad adıyla yazılmıştır. Fars edebiyatında ise Hakim Senâyî bu edebî türün öncüsüdür.

Türklerde na’t örneği gerçekten de erken bir dönemde, Müslümanlığı devlet dini haline getiren Karahanlı Devleti zamanında başlamıştır. Türk edebiyatında ilk na’t örneğinin sahibi Yusuf Has Hacip’tir. Türk edebiyatında ilk na’t örneği olan eser ise Kutadgu Bilig adlı eserdir. Yalnız bu eser müstakil bir na’t örneğin değildir. Bu eserde sadece 15 beyit na’t özelliği göstermektedir. Yine Orta Asya sahasında Ahmet Yesevi, hikmetlerinde Hz. Muhammed sevgisinden bahsederken; Ali Şir Nevai ve Hüseyin Baykara na’t türünü divanlarına ekleyen isimlerdir.

Anadolu sahasında Sinan Paşa’nın “Tazarruname” ve “Marifname” adlı eserlerinde na’t türünün güzel örneklerine rastlamaktayız.

Azeri sahasında “Su Kasidesi” ile na’t yazan Fuzuli, kuşkusuz bu edebî türün en duygu yüklü na’tını bizlere sunmuştur.

Na’t, divanlarda tüm nazım şekilleri yazılmış, mesnevilerin bir bölümünü oluşturmuş ve böylelikle zengin bir külliye oluşturmuş bir edebî türdür. Bu bakımdan na’t yazmayan şair yok gibidir. Biz, sizlere yüzyıllara göre na’t yazan edipleri derlemeye çalıştık. Bu edipler oldukça çok olduğu için bir kısmını vereceğiz:

  • 14. yy: Aşık Paşa, Şeyyad Hamza, Hoca Mesud, Erzurumlu Mustafa Darir…

  • 15.yy: Ahmedi, Nesimi, Ahmed-i Dai, Süleyman Çelebi…

  • 16.yy: Yavuz Sultan Selim, Lami, Sehi Bey, Taşlıcalı Yahya, Nevi…

  • 17.yy: Nefi, Fehm-i Kadim, Nabi, Neşati…

  • 18.yy: Nazim, Nahifi, Enis Dede, Sultan III. Ahmed, Şeyhülislam Esad, Esrar Dede, Fitnat Hanım… ( Bu dönem, na’tın en çok yazıldığı dönemdir.) “Bu listenin kaynakçası: Eski Türk Edebiyatına Giriş; Edebî Türler, Yrd. Doç. Dr. Neslihan Koç Keskin, Akçağ Yay., s.291 -293 – Bu tasnifte 14.asır ve 15.asır tasniflerindeki şairler bizim tercihimiz değildir; yukarıda bahsedilen dönemde adı geçen şairlerin o döneme ait olup olmadıkları tartışma konusudur.- )

VII. Siyer

Arapça siret kelimesinin çoğulu olan siyer, “bir kimsenin karakter, tabiatı” anlamında kullanılmıştır. Siyer edebî türü, önceleri biyografi olarak kullanılırken daha sonra Hz. Muhammed’in hayatını, gazalarını, ahlakını anlatmak için kullanılmıştır. Arap edebiyatında doğmuştur. En eski siyerin Urve b. El Züheyr adlı bir alimin yazdığı söylense de böyle bir eser ele geçmemiştir. Arap edebiyatında bilinen ilk siyer kitabı Vehb Bin Mübnebbih’e ait olan Kitabü’l – Magazi ve Ebu Abdullah Muhammed bin İshak’a ait olan Siyer-i İshak adlı eserlerdir. Fars edebiyatında ise Molla Cami öne çıkmaktadır; Şevahidü’n Nübüvve onun siyerinin ismidir.

Türk edebiyatındaki siyerler tercüme yolu ile yazılmış eserlerdir. Bu tercümelerden bilinen en eskisi Kadı Dariri’in Siyer-i Nebi adlı tercümesidir. Bu tercüme İbni Haşim’in eserinden yapılmıştır. Daha sonra Lami Çelebi, Molla Cami’nin siyerini tercüme etmiştir. Yakınî, Baki, Veysi çeviri yapan diğer ediplerimizdir.

Kaynaklar

Eski Türk Edebiyatına Giriş; Edebî Türler, Yrd. Doç. Dr. Neslihan Koç Keskin, Akçağ Yay.
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitapevi, 30. Baskı
Haluk Gökalp, “Tevhid”, Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kesit Yayınları, İstanbul, 2011
Haluk Gökalp, Türk Edebiyatında Manzum Tevhidler, Kesit Yayınları, İstanbul, 2016

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın