Makaleler

Wilson İlkeleri Nelerdir, Önemi Nedir?

Yazar: Hakan Kutluay
Wilson İlkeleri Nelerdir, Önemi Nedir?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Birinci Dünya Savaşına (1914-1918) resmi olarak katılmadan önce de Batılı İtilaf Devletlerine giderek artan oranlarda destek vermiştir. Savaşa da nihayet 1917 gibi geç bir dönemde, yine İtilaf Devletleri’nin yanında yer almak suretiyle katılmıştır.

İtilaf Devletleri’nin galip çıktığı savaşınertesinde oluşturulacak yeni dünya düzeninde ABD merkezi bir rol oynamak istemiştir. Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson, savaş sonrasında kalıcı barışın inşası için gerekli gördüğü 14 ilkeyi deklere etmiştir. 

Wilson İlkeleri (14 Madde)

  1. Savaş sonrasında barış antlaşmaları kamuya açık bir biçimde yapılmalıdır. Devletler arasında yürütülen diplomasi şeffaf ve dürüst olmalıdır. Gizli antlaşmalara son verilmelidir
  2. Uluslararası antlaşmalar neticesinde oluşturulan bir gücün, denizlerin bir kısmını veya tamamını uluslararası bir faaliyet neticesinde kapatabilmesi istisnası hariç, karasuları dışındaki uluslararası denizlerde, barışta olduğu gibi savaşta da mutlak bir serbestlikuygulanmalıdır. 
  3. Barış isteyen ve barışın kalıcı olması hususunda çaba harcayan bütün uluslar arasındaki ekonomik bariyerler mümkün olduğunca kaldırılmalı ve ticaret şartlarının eşitliği sağlanmalıdır.  
  4. Ulusal silahlanmaların, iç güvenlik ile uygun olacak bir biçimde en aza indirilmesi hususunda yeterli güvenceler karşılıklı olarak verilmelidir. 
  5. Sömürgelerin bütün talepleri serbest, açık görüşlü ve tümüyle tarafsız bir yaklaşımla ele alınmalı, bu tür egemenlik sorunlarının çözümünde ilgili halkların çıkarlarıyla egemenliği tartışılan devletlerin adil taleplerinin eşit ağırlık taşıması ilkesine kesinlikle uyulmalıdır.  
  6. Yabancı askerler Rusya’dan çekilmeli, bu ülke kendi gelişimini ve politikalarını özgürce belirleyebilmeli, özgür uluslar topluluğuna olduğu gibi kabul edilmeli, kendisine gereken yardım sağlanmalıdır. 
  7. Yabancı askerler Belçika’dan çekilmeli, bu ülke egemenliğine kavuşmalıdır. 
  8. Fransız toprakları özgürlüğüne kavuşmalı ve Alsace-Lorraine bu ülkeye iade edilmelidir.  
  9. İtalya’nın sınırları ulusal sınırlar temelinde yeniden çizilmelidir. 
  10. Avusturya-Macaristan halklarına özerk gelişme olanağı tanınmalıdır. 
  11. Yabancı askerler Romanya, Sırbistan ve Karadağ’dan çekilmeli, Sırbistan denize çıkabilmeli, Balkan devletlerinin bağımsızlık ve toprak bütünlüğü için uluslararası güvenceler verilmelidir.  
  12. Bugünkü Osmanlı Devletindeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliği ile özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişlerine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır
  13. Polonya bağımsız olmalı, uluslararası güvenceye alınmalı ve denize çıkabilmelidir. 
  14. Büyük devletler gibi küçük devletlerin de siyasi özgürlüğünü ve ülkesel bütünlüğünü karşılıklı olarak garanti altına alma amacıyla yapılan antlaşmalar ile bütün ulusları içine alan bir birlik oluşturulmalıdır.  

Geneli itibariyle bakıldığında serbest ticareti ve liberal pazar ekonomisini destekleyen Wilson İlkeleri, siyasi olarak da devletlerin genişletilmiş egemenlik haklarına vurgu yapar. Wilson’un 14 ilkesi, diplomasiye de yeni bir bakış açısı getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde devletlerin birbirleri arasında, kimin hangi toprağı alacağı hususunda özel olarak yaptıkları eski tarz gizli diplomasilerin yerini kamuya açık antlaşmaların alması için çağrıda bulunmuştur. Wilson aynı zamanda kolektif güvenlik ilkesine dayanarak kurulacak olan uluslararası bir örgütün savaşları önleyebileceğini düşünmüştür. Bu bağlamda, barışsever devletlerin üye olduğu bir Milletler Cemiyeti’nin kurulması planlanmıştır. Bu cemiyet, üye bir devletin egemenlik haklarının başka bir devlet tarafından ihlal edilmesini uluslararası barış için bir tehdit saymalıdır ve bu nedenle bütün üye devletler beraberce bu saldırıya cevap vermelidir. Teorik olarak Milletler Cemiyeti gibi uluslararası organizasyonun varlığı bile saldırgan devletleri toprak genişletme politikalarından vazgeçirmeye yetecektir. Kalıcı yapılar ve yazılı bir anayasa ile anlaşmazlıkları çözme gayesinde bir uluslararası organının kurulması yönünde ilk resmi adım olması, Milletler Cemiyeti’ni 1919 sonrası dünyanın ayırıcı özelliklerinden biri yapmıştır. 1930’larda Japonya, İtalya ve Almanya’nın saldırgan politikalarını engellemedeki başarısızlığına rağmen Milletler Cemiyeti, 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler için bir model oluşturmuştur.

Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Yeni Devletlerin Kurulması

Wilson’un uluslararası bir kolektif güvenlik organının kurulması yönündeki ısrarı kadar önemli olan bir diğer husus da onun, milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkının olduğuna olan inancıdır. Her milletin bir devleti olması gerektiği, görünürde Wilson’un idealidir. Ancak onun görüşleri hem teoride hem de pratikte pek çok çelişki barındırmaktadır. Örneğin yeni bir uluslararası örgüt tarafından kendi kaderlerini tayin hakkı verilen bu insanlar kimlerdir? Hangi özellikler onlara bir millet olma ve devlet kurma hakkı tanımıştır? Toprak ve kan bağına bağlı organik ve özcü bir millet anlayışı benimsenmediği sürece yurttaşlığın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği, nüfus ve ülke bağlamında imkansızdır. Kimler bir devletin vatandaşı olabilirler? Her milletin bir devleti olması gerektiği ne kadar arzu edilir bir idealdir? Çok milletli, farklı etnik gurupların beraber yaşayabildiği daha kozmopolit bir devlet anlayışı neden uygun görülmemiştir? İki farklı millet aynı toprak parçası için tarihsel miras üzerinden siyasi haklar talep ettiklerinde ulusal sınırlar nasıl ve kimler tarafından belirlenecektir?

Wilson’un kendi kaderini tayin hakkı üzerindeki ısrarları, Avrupa’da, sosyolojik gerçekler göz önüne alındığında, sorun çözücü olduğu kadar yeni sorunların da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 60 milyon insan, kendilerine ait bir devletle ödüllendirilirken 25 milyon insan bu ulus devletler içerisinde azınlık olmak zorunda bırakılmışlardır. Tahmin edileceği üzere, Güney, Doğu ve Orta Avrupa’da oluşturulan yeni devletler (Macaristan, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Polonya) ciddi problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Etnik ayrışmaların yanında zayıf ekonomiler ve tecrübeden yoksun siyasi kurumlar, bu ülkelerdeki problemlerin başlıca kaynaklarıdır.

Bununla beraber Amerikan Başkanı kendi kendine tayin hakkının beyaz olmayan ırklar tarafından kullanılması hususunda o kadar da kararlı değildi. Uluslararası bir ideal olarak ortaya çıkan kendi kaderini tayin hakkı, pratikte sadece Wilson’un kendi kendilerini yönetebilecek olgunlukta gördüğü yegâne insanlara, Avrupalılara verilmiştir. Avrupalı büyük güçlerin sömürgeleştirdikleri topraklarda yaşayan insanlar Wilson’un kendi kaderini tayin ilkesinin küresel ölçekte uygulanacağını ümit etmişler ancak hayal kırıklığını uğramışlardır. Unutulmamalıdır ki Amerika Birleşik Devletleri Başkan Wilson zamanında Karayipler ve Orta Amerika’daki mevcudiyetlerini kuvvetlendirmiş, Filipinler’i İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar sömürge olarak elinde bulundurmuş, Haiti’yi 1940 yılına kadar işgal etmiştir. Eski Osmanlı topraklarında ve Almanya’nın Afrika sömürgelerinde, kendi kendilerini yönetmeye kadir olmadıkları düşünülen halklara Manda Yönetimleri atanmıştır. Bu yönetim şekline göre galip devletler sadece bir süreliğine, ilgili ülke kendi kendini yönetebilecek duruma gelinceye kadar, yönetimi ellerinde bulunduracaklardır. Ancak bu süreler uzamış ve sonuçta sadece isimde bir değişiklik olmuş, eski sistemde adına sömürge denilen yapılar yeni formatta manda yönetimleri adıyla anılmaya başlanmıştır.

Bu bağlamda Baskın Oran’ın değerlendirmesi önemlidir: “Zamanı için ilerici olan ve bu nedenle de İngiltere ve Fransa’nın sömürge çıkarları ile bağdaşmayan bu fikirlerde, Uluslararası İlişkiler profesörü olan Wilson’un idealizminin yanı sıra, sömürgecilerin yerini almak için hazırlanan bir ABD’nin realizmini de görmek mümkündür. Sömürgelikten ve bağımlılıktan kurtulacak olan halklar ve ülkeler, uluslararası serbest ticaret için pazarı genişleteceklerdir.

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın