Makaleler

Skolastik Düşünce Nedir?

Yazar: Hakan Kutluay

Skolastik Düşüncenin tanımına geçemeden önce, skolastik düşüncenin hangi dönemde nerede ve neden meydana çıktığını anlamaya çalışmak bu düşüncenin ne olduğunu anlamakta bize yardımcı olacaktır.

Skolastik Düşünceden Önce

Ortaçağ Avrupa’sına baktığımızda din ve kilisenin toplum üzerindeki etkisinin ne kadar büyük boyutlarda olduğunu görürüz. Bilimsel araştırmaların ve bilimsel gerçeklerin dahi geçerliliğinin kilise yada İncil karşısında hiçbir önem taşımadığı bu dönemde tanınan tek gerçek vardı ve o da kilisenin ve buna bağlı olarak incilin gerçeğidir. Bu durum özgür düşünceyi yok etmekle kalmıyor aynı zamanda düşüncenin gelişmesini engelliyordu. Halkın özgürce düşünme yetisinin engellenmesi toplumların ne bilimsel alanda ne de düşünsel alanda gelişmesine izin vermiyordu. Bu tür durumlarda pozitif bilim ile gerçekleri su yüzüne çıkarmaya çalışan insanların karşısına hep kilise çıkıyor ve bu insanlar ölüme kadar varan cezalarla cezalandırıyorlardı. Bu cezalar insanları bu durumu kabullenip, özgür düşüncelerin gelişmesi için ellerinden bir şey gelmeyeceğine inanmaya ikna ediyordu.

Kilise korku, diktatörlük ve dayatma ile elinde bulundurduğu bu gücü bir süre sonra sadece kendi çıkarı için kullanmaya başlamış ve cezalandırmalarda aşırı boyutlara ulaşmıştır. Bu duruma örnek vermek gerekirse cennetten toprak parçası sattığını iddia eden kiliselerin zenginliklerinin aşırı boyutlara ulaşması ve cahil kalmış halkın bu şekilde kandırılarak gerçekleri görmemelerinin sağlanması skolastik düşüncenin temelini oluşturmuştur. Tek doğrunun İncil olduğuna inanan ve halk arasında da bunun böyle inanılmasını sağlamak için dayatmayalar yapan kilise bu duruma karşı gelen kişileri ağır şekilde cezalandırılıyordu. Bu şekilde korku ve dayatma ile hem gücü elinde bulundurmayı başarıyor hem de toplum içinde pozitif bilimlerin ilerlemesine ve böylece de yeni görüşlere, buluş ve icatlara engel olmuş oluyordu. Kendini geliştiremeyen, düşünsel açıdan özgürlüğü elinde bulundurmayan halk ise kiliseye ve İncil’e inanmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Bu durumun en bilinir örneği Galileo’dur. Bu dönemde kilise dünyanın bir tepsi gibi düz olduğuna inanıyor ve bu şekilde inanılmasını emrediyordu. Yaptığı araştırmalar sonucu bunun böyle olmadığı sonucuna varan Galileo bu araştırmaları yüzünden kiliseye ve İncil’e karşı geldiği için ölüm cezası ile cezalandırılmış ve bu nedenle çalışmalarının da devam etmesinin önüne geçilmiş olmuştur. Bu bahsedilen durumlar sandığımız gibi binlerce yüzyıl ötesi değil yaşadığımız yüzyıldan sadece bir kaç asır öncesidir. Galileo Galilei 1564 yılında Pisa şehrinde doğmuş ve 1642 yılında ise öldürülmüştür.

Bu kadar açıklamanın ardından Skolastik Düşünce’nin bir tanımını yapacak olursak şu şekilde özetleyebiliriz: düşünce özgürlüğünü kesin bir dille yasaklayan, düşünmeyi ve düşünerek elde edilecek pozitif bilimleri, bilimsel sonuçları tamamen reddeden ve sadece kilisenin doğrularını doğru olarak kabul eden düşünce tarzına Skolastik Düşünce denilmektedir.

Felsefi anlamda baktığımızda Skolastik Felsefe Patristik felsefenin bir devamı şeklinde gelişmiştir. Hristiyan inancı bu felsefenin temelini oluşturmaktadır. Skolastik felsefenin varlığını sürdürdüğü ortaçağ döneminde diğer bütün felsefeler skolastik felsefe zemininde kendini geliştirebildikleri için ortaçağ felsefesi deyimi ile bahsedilen de skolastik felsefeden başkası değildir.

Skolastik Düşüncenin Farklı Dönemleri

Skolastik Felsefenin dönemlerine baktığımızda üç tane dönem ile karşılaşırız. İlk olarak Skolastik düşüncenin ilk olarak meydana çıktığı ve kendini geliştirdiği erken dönemdir. Bu dönem 800 ve 1200’lü yıllar arasını kapsamaktadır. 1200 yılında yükselişe geçen skolastik düşünce 1300’lü yıllara kadar yükseliş dönemini yaşamıştır. 1300’lü yıllardan itibaren ise geç dönemini yaşayan skolastik düşüncenin 1500’lü yıllara kadar bu geç dönemini devam ettirdiği bilinmektedir. 

Skolastik felsefeye ilham veren düşünce yapısı olarak karşımıza Aristotelizm gelmektedir. Skolastik felsefenin en bilinen özellikleri din felsefesi ile gerçekleri anlamaya çalışmaktır ki bu da bilinen skolastik felsefenin yeni bir şey bulmak ya da düşünceler elde etmek amacı taşımadığını bize gösterir. Bunun yerine var olan düşüncelerden skolastik felsefeye uygun olanlarını güçlendirmek ve uygun olmayanları da çürüterek yok etme çabası içerisindedir.

Bu felsefenin en önemli düşünürlerinden birisi olarak bilinen Augustinüs’ün “Anlamak için inanıyorum!” düşüncesi skolastik felsefenin temel düşüncesi olarak özetlenebilir. Bu düşünce tarzı realizminde temelini oluşturmaktadır. Bakış açısının bu şekilde olması nedeni ile görelikçiliğe, öznelliğe ve kuşkuculuğa karşı etkili bir tavır koyan skolastik felsefe yalnızca tek bir doğruya inanarak sadece tek bir doğruluk sisteminin varlığını geliştirmeyi amaçlar.

Skolastik felsefeye göre iyi hem tanrının buyruğudur hem de Tanrı bizzat tüm iyiliğin kendisidir. Batı İmparatorluğu’nun çökmesinden itibaren meydana gelen kültürel yıkımlar skolastik düşüncenin gelişmesinin önünü açmıştır.  Böylece yeni bir toplumsal, sosyal ve kültürel düzenlemeye girilen bu dönemde skolastik düşünce geniş kitlelere hızlıca yayılmıştır. Bu dönemden önemli skolastik düşünürlere örnek vermek gerekirse 810 ve 887 yılları arasında yaşamış Johannes Scottus ilk skolastik düşünür olarak karşımıza çıkar.

Skolastik Düşüncenin Gelişmesinin Neden Olduğu Sonuçlar

Kilisenin tek güç olarak kontrol ve yönetmeyi eline almış olması, ekonomik açıdan da halkın kiliseye bağlı hale gelmesine neden olmuştur, Kavimler göçü sonrası ikiye ayrılan Roma imparatorluğu hristiyanlığın da ikiye bölünmesine neden olmuştur. Bu durumda Avrupa’da siyasi otoritelerin değişmesine ve sarsılmasına neden olmuştur. Bu durumdan faydalanmak için elinden geleni yapan kilise ise gücüne güç katarak halkı sömürmek için çeşitli yollar kullanmışlardır. Zaten cahil kalmis durumda olan halk iyice sömürülmüştür. 

Toprakları elinde bulunduran kilise halkı neredeyse hiç bir ödeme yapmadan çalıştırmış ve geliri ile zenginliğine zenginlik katmıştır. Bu dönemde kilisenin elinde bulundurduğu güç sadece bununla kalmamış aynı zamanda vergi vermeme, askerlik yapmama, mahkeme kurma, eğitimi kontrol etme, aforoz etme, krala taç giydirme gibi yetki ve ayrıcalıkları ile alt edilemez duruma gelmiştir.

Skolastik düşüncenin İslam ve Türkler üzerindeki etkisine baktığımızda Orta Çağ’da İslam üzerinde de skolastik düşüncenin etkisinin gözlendiği görülmüştür. Ancak hiçbir zaman Avrupa’da olduğu kadar etkili olmamıştır. Türkler genelde düşünce özgürlüğünün olduğu yerlerde varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Skolastik Düşüncenin Sonu

İtalya’da hümanistlerin, Eski Yunan ve Roma eserlerini inceleyerek gelişmenin önündeki en büyük engelin skolastik felsefe olduğunu görerek bu düşünce yapısını etkisiz hale getirebilmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Matbaanın gelişmesi ve insanların okuma yazma oranlarının artması skolastik düşüncenin önüne geçebilmek için en büyük etkilerden olmuştur. Fransa’da Rönesans ve Reform hareketlerinin gelişmesi de skolastik yapının çatlayarak etkisiz hale gelmesinde büyük rol oynamıştır.

Hümanist görüşün ve bu görüşün bir sonucu olarak Rönesans ve Reform hareketleri güney Avrupa’da İtalya’dan başlayarak bütün Avrupa’yı etkisi altına alması, okur yazarlığın artması ve buna bağlı olarak görüşlerin bir metin halini alarak bütün Avrupa’da yayılabilir hale gelmesi böylece sadece kilisenin söz sahibi olduğu yönetimler birbiri ardına çökmeye ve yerini özgür düşünceye bırakmaya başlamıştır. Böylece orta çağ karanlığı olarak da bilinen, bilimsel ve sanatsal alanda kendini geliştirmek isteyenlere büyücü gözü ile bakılan ve skolastik düşüncenin hakim olduğu bu dönem geride kalmış yerine yeni bir çağ "Yeni Çağ" başlamıştır.

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın