Makaleler

Nabızade Nazım'ın Hayatı, Edebi Kişiliği ve Karabibik Adlı Eseri

Yazar: Diba Bahadıroğlu

Nabizade Nazım’ın hayatı hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Çocukluğunun nasıl geçtiği hakkında çok fazla bilgi sahibi değiliz ama genel itibari ile onun hayatı hakkında malumata sahibiz. Bu  bakımdan Nabizade Nazım’ın çok kısa bir şekilde hayatını anlatıp daha sonra edebiyatımıza kattığı iki önemli uzun hikaye / romandan bahsedeceğiz.

Nabizade Nazım’in Yaşam Öyküsü

Nabizade Nazım, İstanbul doğumludur. “Yadigarlarım” adlı eserinden anlattığı üzere Nabizade Nazım’ın babası içkiye pek düşkün, haşin bir adamdı. Annesini ise küçük yaşta yitirmişti.

1862 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Nabizade Nazım, sırasıyla Sıbyan Mektebi’ne arzından orta öğretim için Feyziye Rüştiyesi’ne gitmiş. Ona mesleğini kazandıran ise orta öğretimden sonra Beşiktaş Askeri Rüştüyesi’ne girmek olmuştur.  Askeri lisede daha sonra Mühendishane-i Berri Hümayun bölümüne girdi, takvimler 1878  senesini gösteriyordu. Yüksek öğrenimini de askeri eğitimden yana kullandı ve aynı bölümün yüksek öğrenimine geçerek 1884 yılında okul hayatını topçu teğmeni olarak bitirdi. 1886 yılında , Kurmay sınıfında eğitim gördükten sonra , Kurmay Yüzbaşı oldu.  Öğretmenlik geçmişi de vardır: Matematik, İstihkam ve topografya alanlarında ders vermiştir.

31 yaşında, Kolağası mertebesine yükseldiği zaman kemik veremi tanısı ile Haydarpaşa Hastanesi’ne kaldırılmış ve orada 1893 yılında hayata gözlerini yummuştur. Kabri, Karacaahmet mezarlığındadır.

Nabizade Nazım’ın Edebiyat Yaşamı ve Edebiyat Hakkındaki Görüşleri

Nabizade Nazım, edebiyata şiir ile girmiştir. İlk şiirleri de Mirat-ı Alem, Manzara,Berk dergilerinde yayımlanmıştır ama kendisinin de ifadesi üzerine o şiire sadece heves etmiştir. Bu bakımdan şiir konusunda bir amatör olarak kalmıştır. Şiirlerini iki kitapta toplamıştır : 1885 yılında yayımlanan “Heves Ettim” ve 1886 yılında yayımlanan “Mini Mini yahut Heves Ettim”. 

Nabizade Nazım’ın asıl başarısı, roman ve hikayededir. O, Tanzimat döneminde olmayan “Natüralist” akımdan faydalanmış ve kısacık ömründe, silinmez .

O, uzun öykülerini Yadigarlarım ( 1886 ), Zavallı Kız ( 1889 ), Bir Hatıra ( 1890 ), Sevda ( 1890 ), Hala Güzel ( 1891 ), Haspa ( 1891 ), Seyyie-i Temâsüh ( 1891 ) adlı eserlerinde toplamıştır. Bu hikayelerinden Karabibik adlı eserin dili sadeleştirerek 1944 ‘te yeniden baskıya girmiş, ayrı bir eser olarak çıkmıştır.  1961  yılında Yadigarlarım, Sevda, Hala Güzel, Haspa, Seyyar-i Temasüh adlı 5 öyküyü içeren bir baskı daha yapılmıştır. Nabızade Nazım, görüldüğü üzere kendisi hayata iken eserlerini bastırmıştır.

Nabızade Nazım’ın Ceride-i Havadis gazetesinde “Hoşnişin” adlı manzum bir oyunu kendisi tarafından 1883 yılında tefrika edilmiştir. Ayrıca Tercüman-ı Hakikat gazetesinde de çeviri ve makaleleri çıkmıştır.  İlk basılı eseri ise öyküleri değil şiir kitabıdır.  Yalnız Nabızade Nazım’ı bu yazının konusu yapan çalışmaları Servet-i Fünun gazetesinde yazdığı yazılar ve “Zehra” adlı romanıdır. Zaten “Seyyire-i Tesamüh” adlı öyküsü Servet-i Fünun’da çıkmıştır. Ayrıca aynı dergide Fuzuli üzerine bir yazı da yazmıştır.

Nabızade Nazım, Tanzimat edebiyatının son dönemlerinde edebiyat dünyasında adını duyurmaya başlamıştır. Nabızade Nazım, natüralist ve realist akımın temsilcilerinden birisidir edebiyatımızda. Yalnız o zamanlar romantik akımın içinde olan edebiyat dünyası ve okuyucuları o havadan çıkarmak kolay olmamıştır. Bunun içindir ki Nabızade Nazım, bazen romantik bir hava girmiştir ki bu durum şu öykülerinde az da olsa rastlanmaktadır : Yadigarlarım ,Haspa ,Hala Güzel , Zavallı Kız ,Bir  Hatıra 

Buna rağmen Karabibik ve Seyyire-i Tesamüh adlı eserlerinde realist bir çizgidedir.  Ayrıca “Zehra” adlı romanında da realizme çok  yaklaşmıştır.  Seyyire-i Temasüh adlı eserde genç bir edebiyatının şöhreti bulmak için yaptığı başarısız denemeler realist bir bakış açısı ile anlatılmaktadır.

“Karabibik” adlı uzun öykünün ( kimine göre bu bir roman kimine göre bu bir uzun öykü ki bu durumu gelecek başlıkta tartışacağız ) önsözü, Türk edebiyatında realizmin ve natüralizmin ilk küçük beyannamesi durumundadır. Bu önsözde realizm ve natüralizmin sürekli kötü şeyleri yazmadığını, sadece gerçekleri yazdığından bahseder. Realizm ve natüralizmin “insanın ve cemiyetin yalnız kötü yönlerini anlattığı” izleniminin yanlış olduğunu söyler ve arından bu iki akımın esaslarını açıklar. Gerçekten de Karabibik, Türk edebiyatının tam olarak realist sayılabilecek ilk eseridir.

“Zehra” adlı eser ise tartışmasız bir romandır ve Nabızade Nazım’ın uzun öykü denemelerinden sonra tam olarak realizme ulaştığının bir kanıtıdır. Türk edebiyatında, bir aydının ince çalışmasının bir örneği ve başarısı olan bu romanda, tasvirler tam bir gerçekçi gözle yapılmıştır. 

Şimdi bu iki eseri ayrı ayrı inceleyerek Nabızade Nazım’ın adını günümüze kadar nasıl ulaştırdıklarına bakalım:

Nabizade Nazım ve Karabibik Adlı Eseri

Karabibik, kimi araştırmacılara göre uzun öykü kimilerine göre romandır. Örneğin Güzin Dino, Kenan Akyüz, Atilla Özkırımlı buna uzun öykü kabul ederler, ayrıca yeni yetişen akademisyenler de makalelerinde Karabibik’i uzun öykü kategorisinde değerlendirirler.  Gerçekten de Karabibik, 30 dakikayı bile almayan bir süre içinde bitebilen bir eserdir. Ayrıca karakterler çeşitli değil, olaylar da üçten fazla değildir. Bu bakımdan bunun bir öykü olduğunu varsaymak roman olduğunu düşünmekten daha çok akla yatmaktadır.

Güzin Dino, “NABİZÂDE NAZIM'IN (1865-1893) "KARABİBİK" İSİMLİ HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR DENEME” adlı makalesinde Nabizade Nazım’ın bu eseri yazmasını fennî ilimlere olan ilgisine bağlamıştır. O, sonuçta bir askerdir ve askerî bir eğitim almıştır. Ayrıca mühendistir. Nasıl ki şiirlerinde fenni konuları işlemişse Fransız natüralistlerine bağlı kalarak natüralist bir eser vermek istemiştir. Üstelik hayat tarzına da uymaktadır bu fikir.

Karabibik’in Özeti

Olay Antalya’nın bir köyünde geçer. Tam olarak öykünün geçtiği yer Demre ilçesine bağlı bir belde olan Beymelek’tir. Buna göre Karabibik, Antalya’da yaşayan yoksul bir köylüdür aynı zamanda dul bir babadır.

Karabibik, bedelli askerlik için babasından kalan 12 dönem tarlanın 4 dönümünü satarak askere gitmez. Yalnız kalan sekiz dönümü de komşusu Yosturoğlu’na satmamak için direnir çünkü Karabibik’in tarlasını sürecek öküzü yoktur. Her yıl Koca İmam ‘dan öküz kiralayarak tarlasını sürer ki bu da onun kazandığından çok harcamasına yol açar. Bu yüzden sürekli Rum bakkal Yabni’den borç alır. Yosturoğlu da bu durumu bildiğinden ha bire Karabibik’in tarlasına talip olur çünkü onun çiftesi vardır; durumu Karabibik’ten daha iyidir. Karabibik’in tek emeli bir çift öküz almaktadır.

Karabibik’in tembel ve beceriksiz aynı zaman da çirkin bir kızı vardır. Adı Huri’dir. Kız, iki parçadan oluşan kıyafetlerini bile katlamaya üşenir. Evde akşama kadar yatar ve babasından da korkmaz. Babası eve gelince yattığı yerden toplanmaya bile kalkışmaz. Babasına “bön bön” bakar. Babası bu durumdan rahatsızdır ama elden de bir şey gelmez. Kızını  düzeltmek için de pek bir çaba sarfetmez. 

Karabibik, kızı Huri’yi Koca İmam’ın kayınçosu Sarı İsmail’e vermek ister, böylece Koca İmam ile akraba olacak ve onun öküzlerini bedava kullanabilecektir. Yalnız Sarı İsmail’in gönlü Huri’de değildir nitekim başka bir kız ile evlenir. Bu haberi alan Karabibik’in hayalleri suya düşer ve kendi öküzüne sahip olmaya karar verir. Yalnız elinde avucunda bir şey yoktur. O da Rum bakkal Yani’ye gider ama Yani, ona daha önceki borçlarını hatırlatarak ona daha yüksek faiz koyar . Karabibik bunu kabul eder ve ondan borç alarak bir çift öküz sahibi olur.

Karabibik, uzun süredir hastadır. Göğsünde bir acı  vardır. Onu öldürecek hastalık da budur ama uzun bir süre doktor Linardi’den tedavi görür. Linardi onu iyi edemez uzun bir süre hayatta tutar. Linardi, Karabibik’e karşı sevecendir ama karısı Eftelya, hafif meşrep bir kadındır ve gördüğü her erkeğe asılır. Bir gün karabibik, göğsündeki sancıya dayanamaz ve doktorun evine gider. Doktor evde yoktur ama hafif meşrep karısı Eftelya evdedir. Eftelya, ona türlü naz ve işve yapar ve Karabibik, kendisine insan gibi davranan doktorun hatırını kırıp onun karısı ile birlikte olmaya çalışır. Lakin bunu beceremez ve Eftelya’nın alay etmelerine karşılık o evden uzaklaşır. 

Karabibik, öküzü almıştır ama hastalığı da ilerler. Üstelik doktorun da evine bir daha gitmez. O sıralar, kızı Huri’ye Yosturoğlu ‘nun yiğeni Hüseyin talip olur. Komşusunu kendine düşman belleyen Karabibik, 30’unu geçmiş kızına başka talip bulamamaktan korkarak evlendirir. Kısa bir süre sonra hastalıktan ölen Karabibik, hayatındaki tek emeli olan iki öküze sahip olarak ve kızının mürüvvetini görerek huzurla ölür.

Karabibik Romanındaki Kahramanlar

Karabibik öyküsündeki kahramanlar, Nabizade Nazım tarafından çok iyi tasvir edilmiştir. Romanda iki baş kahramanın tasvirlerine yakından bakalım:

Huri: Yaşı otuzu geçkin, bekar,  tembel, oldukça esmer, saçı dizine kadar uzun, gözleri öne doğru çıkık, bacaklar kalın ve varisli, etine dolgun, dudakları ufak, sağ bacağı topal, elleri iri ve nasırlı ama parmakları nazik ve küçük, kaşı da kirpiği de olmayan, kara saçlı bir kızdır. Elinden de iş gelmez. Babası bir gün ondan ekmek ister, o hamuru açamadığı gibi açtığı hamuru da pişirirken yakar.

Karabibik: Zavallı denecek kadar özensiz bir giyime sahip, göğüs kısmı büyük olduğu için yüz ve bağır tipi itibariyle korkutucu ve heybetlidir. En büyük amacı bir çift öküz almaktan ibaret olan bir köylüdür.

Karabibik’te Dil ve Üslup

Karabibik’i başarılı kılan şeylerden birisi de budur. İlk kez, sanki orada yaşamış gibi, o yörenin ağzı verilmiştir. İlk kez İstanbul ağzından çıkılmıştır. Antalya yöresinin ağzını özellikle diyaloglarda çok iyi verilmiştir. Durum şudur ki, Nabizade Nazım “Zehra” romanından daha fazla özen göstermiş bu öyküsünün diline bu da onu konuşma dilinin akıcılığına eriştirmiştir.

Karabibik’te İşlenen Konu

Güzin Dino’nun tabiriyle en vatansever şairlerin, yazarların bile işlemediği bir konuyu işlemiştir Nabizade Nazım: Köy ve köy hayatı. Üstelik bu köy hayatını işlerken gerçekçi bir gözle duruma hakim olmuştur.

Karabibik öyküsünde dikkati çeken en önemli unsurları şu şekilde toparlayabiliriz:

  1. Türk edebiyatında köyü, köy hayatını, köylüyü anlatan ilk roman / hikayedir.
  2. İstanbul ağzını değil de anlatılan yörenin ağzıyla diyalogların hazırlanması romana  ya da uzun öyküye daha önce Türk edebiyatı okurunun tatmadığı bir lezzet vermiştir.
  3. Kahramanlar  ilk kez bu kadar gerçekçi bir gözle tasvir edilmiştir.
  4. Nabizade Nazım, roman kahramanlarına asla müdahale etmemiştir.
  5. Türk edebiyatında gerçekçi akımla yazılan  ve bu akımın özelliklerini tam olarak taşıyan ilk roman veya uzun öyküdür. Aslen bu Araba Sevdası olarak sayılır ama Araba Sevdası adlı eserde, gerçekçi ögelerin hepsinden yaralanılmamıştır.
  6. Ev tasvirleri, mekan tasvirleri gerçekçi bir gözle tasvir edilmiştir. Herhangi bir abartıdan uzaktır.
  7. Bir insanın hayatta neler yaşayabileceği hesaplanmış, dul bir adamın cinsel ihtiyacı bile ayarlanıp okuyucuya dozunda sunulmuştur.
  8. Karabibik öyküsünün ön sözünde realist ve natüralist akımın kısa bir beyannamesi vardır.

Nabizade Nazım ve Zehra Adlı Romanı

Nabizade Nazım asıl ününü bu eserinde kazanır. Zehra, büyük öykülerindeki denemelerinden sonra yazdığı ilk romandır.

Zehra adlı romanın Türk romanındaki ilk natüralist eser olduğunu kabul eder Atilla Özkırımlı. Nabizade Nazım, kıskançlık konusuna oturtur romanını ve bu konunun geçtiği mekanları oldukça başarılı bir şekilde tasvir eder. Tasvirlerinde tam anlamıyla realisttir.  Ayrıca karakter tasvir ve tahlilinde de gerçekçi çizgiyi bozduğunu söyleyemeyiz. Yalnız, aynı şeyi dili ve üslubu ile olay akışı için söyleyemeyiz. 

Dili, Arapça ve Farsça terkiplerden olabildiğince arındırılmıştır; ayrıca Namık Kemal’in tarzına yakın bir anlatım sezilir. Yazar, Karabibik romanındaki akıcılığı burada sağlayamaz.  Konuşmalarda da dil biraz daha sadeleştirilmeye çalışılır. Yalnız roman, İstanbul’da geçmektedir. Bu bakımdan ne kadar hafif olursa olsun Arapça ve Farsça terkipler işin içine girmiştir. Elbette Nabizade Nazım, bu terkipleri Karabibik adlı eserinde kullansaydı abes olurdu ama bu eserinde kullanması pek de abes kaçmaz.

Olayların kurulmasında da romantik unsurlara yer verilmiştir. Yani olayların kuruluşunda tesadüfi olaylar çoktur ve kaderci bir yaklaşımdadır. Hele ki romanın sonunda roman kahramanı olan Zehra’nın hastalıktan ölmesi, o zamanın romantik roman çizgisini dile getirmektedir.

Nabizade Nazım, “Zehra” adlı romanda psikolojik tahlillere yer vermiştir. Kıskançlık gibi bir konuyu yani bir duyguyu konu olarak seçmesinden de nasıl bir riske girdiği de görülmektedir.  Bu durum, Nabizade Nazım’ın devrin genel eğilimi olan romantizme biraz olsun meylettiğini gösterir.

Zehra  Adlı Romanın Özeti

Zehra, İstanbullu zengin bir tüccarın kızıdır. Annesini küçük yaşta yitirince sevgisiz ve şefkatsiz kalır. Bu da onun zaten doğasında olan kıskançlığı daha da tetikler. O, kıskanç ve hırçın yapısı ile evdekileri de huzursuz eder. Servet Bey, kızının bu durumunun ileride kendi kendisine zarar vereceğinin farkındadır.

Servet Bey, yanında çalışan katibi Suphi Bey ile kızını evlendirir. Servet Bey zaten Suphi Bey’e sürekli kızından dert yandığı için Suphi Bey, Zehra’yı içten içe düşünmeye başlamıştır. Ayrıca Suphi Bey, Zehra’yı tesadüfen görür ve ilk bakışta kıza aşık olur. Suphi Bey ile Zehra evlenirler. Bu çiftin evlilikleri önce gayet iyidir ama daha sonra Zehra’nın kıskaç ve hırçın tavırları gün yüzüne çıkmaya başlar. Evlilik   içten içe sarsılmaktadır.

Suphi’nin annesi ev işlerinde yardımcı olsun diye eve bir cariye alır. Cariye’nin adı Hüsnücemal’dir ve çok güzeldir.  Zehra bu duruma çıldırır ve kıskançlık krizleri artarak devam etmeye başlar. Bu durumdan sıkılan Suphi’nin gönlü Hüsnücemal’e kaymaya başlar ve sonunda Zehra’dan  ayrılıp Hüsnücemal ile aynı evde yaşamaya başlarlar. Zehra’nın babası ölünce de Suphi Zehra’yı boşayarak , Hüsnücemal ile yaşar. Hüsnücemal de Suphi’ye aşıktır ama Zehra yine kıskançlık yapar ve onları ayırmak için evlerine Rum bir cariye yerleştirir. Yosma Ürani, en az Hüsnücemal kadar güzeldir ve Suphi’nin aklını çeler. Suphi’nin artık gözü Hüsnücemal’i görmez. Bütün parasını Ürani’ye yedirir ve evlilikleri de biter. Suphi, tulumbacılığa kadar düşer. Ürani de onunla işinin bittiğini anlayarak terk eder. Suphi, Ürani onu terk etse de onu sevmekten vazgeçmez.

Hüsnücemal bunları görür ve dayanamaz, intihar eder.  Suphi bunu da pek umursamaz. Bir gün haber gelir, Ürani başka birisi ile görüşmektedir. Sevgilisini başka bir adamla görmeye dayanamayan Suphi, ikisini de öldürür. Daha sonra Trablusgarp’a sürgüne gönderilir.

Zehra,  bir gün yolda bir dilenci görülür. Dikkatli baktığında o dilencinin Suphi’nin annesi olduğunu görür. Ona sarılıp ağlamaya başlar. Zehra, daha sonra hastalanır ve hastalıktan / vicdan azabından ölür.

Kaynaklar

Moran,Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, 2012
Moran,Berna, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yayınları, 2012
Özkırımlı , Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.3, Nabızade Nazım
Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860 – 1923 , İnkılap Kitabevi
Tüzer, İbrahim, Türk Dili ve Edebiyatı / Yeni Edebiyat, Akçağ Yay., Ankara, 2015

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın