Makaleler

Mehmet Akif Ersoy Kimdir

Yazar: Diba Bahadıroğlu
Mehmet Akif Ersoy Kimdir

Mehmet Akif Ersoy, İstanbul’da 1873 yılında Arnavut asıllı Temiz Tahir Efendi ve Buhara göçmeni  Emine Şerif Hanım’dan dünyaya geldi. Kendisinden daha sonra dünyaya gelen Nuriye adından bir kız kardeşi bulunan Mehmet Akif Ersoy’un gerçek adı Ragif’tir. Ragîf sözlüklere bakıldığında “Yufka, pide” anlamına gelir ( bk: Osmanlıca – Türkçe Sözlük, Ferit Devellioğlu s.1020 ). İlk bakışta pek de anlamı olmayan bir isim bile olsa,  derine inildiğinde bir anlamı vardır.

Mehmet Akif Ersoy’un babası Fatih Camii Medrese hocasıdır. Dolayısıyla Akif, o zamanlar gerçekten şanslı birisidir. Tahir Efendi, Osmanlı döneminde şairlerin sıkça kullandığı ebced hesabından faydalanarak çocuğunun adını “Ragif” koyar. Ragif Hicri takvime göre 1290 yılını yani şuanki takvimimizle 1873 yılını işaret eder. Yalnız annesi dahil Ersoy’u “Akif” adıyla çağırır ki babası öldükten sonra da bu ismi iyice benimser Ersoy. Akif kelime anlamı olarak “Bir şeyde sebat eden, ibadet eden” anlamına gelir (bk: Osmanlıca – Türkçe Sözlük, Ferit Devellioğlu s.25); ki bu isim Mehmet Akif Ersoy’un hayatıyla tamamen özdeşleşecektir…

Mehmet Akif Ersoy, babası sayesinde iyi bir eğitim alır. Arapça eğitimini babasından alan Akif, daha sonra medresede Farsça ile tanışır. Gittiği okullarda Arapça, Farsça ve Fransızca derslerinde sürekli birinci olur. Türkçeyi de çok iyi öğrenen Akif, hayatı boyunca Türkçe öğretmeni olan Hersekli hocası Kadri Efendi’yi anacak ve ona saygı duyacaktır.

Mehmet Akif Ersoy, o zamanın Osmanlı eğitim sistemine göre 4 yaşında okula başladı. Temel eğitimleri aldıktan sonra dindar bir kadın olan annesi onun medreseye gitmesini istedi. Ancak babası onu, o zamanın iyi okullarından Mektebi’ne Mülkiye ( devlet idaresinde görev almak üzere insan yetiştiren, bugünün siyasal bilimlerine yakın bir okul, batılı tarzda eğitim vermesiyle birçok ünlü âlimin gözdesi olmuştur ) gönderdi. Bir süre burada eğitim hayatına devam eden Ersoy, babasının ölümüyle yeni bir hayata “Merhaba” dedi; çünkü babası ölen ve büyük Fatih yangınında evini kaybeden Ersoy, fakirlikle tanıştı. Para kazanması gerekiyordu ve o zaman Ersoy, babasının istediği Mülkiye Mektebi’ni yarım bıraktı ve Ziraat ve Baytarlık Mektebi’ne yazıldı. Yatılı olan okul ayrıca Türkiye’nin ilk sivil okuludur.

Buradan da 1893 yılında birincilikle mezun oldu. Göreve başlamaya hazırdır artık ki zaten ilk görevi de Umur-i Baytarriye ve Islah-ı Hayvanat Genel Müfettiş Yardımcılığı idi. Bu göreviyle birlikte Anadolu’yu, Rumeli’yi ve Arabistan’ı gezdi. Bu onun Anadolu insanı ile ilk temasıdır ve şairlik yıllarında bu gezilerini hatırlayacaktır. Görevi gereği babasının doğduğu kasabaya da uğrayan Mehmet Akif Ersoy, orada amcaları ile tanışır.

1898 yılında ise hayatının kadını İsmet Hanım ile evlenir ve ondan 5 evladı dünyaya gelir: Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir… Bu 5 çocuk daha sonra 8 olacaktır çünkü verdiği bir ant üzerine sınıf arkadaşı Hasan Efendi’nin üç çocuğuna Hasan Efendi ölünce sahip çıkar.

Aslî mesleği baytarlık olan Mehmet Akif Ersoy, öğretmenlikle Halkalı Ziraat Okulu’nda ve Çiftlik Makinist Okulu’nda tanıştı. Bu iki okulda kitabet (yazın, kompozisyon, resmi yazı yazma) öğretmenliği yaptı. Bu sıralarda edebiyata ve şiire merak sardı. Sırat-ı Müstakim, Sebilü’r – Reşat, Servet-i Fünun ve Resimli Gazete’de şiirleri yayımlanmaya başladı.  Daha sonra o zamanın gözde okullarından Darülfünun’da 1908 yıllarında edebiyat dersleri vermeye başladı. Arapça bilgisini de konuşturan Mehmet Akif Ersoy, İttihat ve Terakki’nin Şehzadebaşı şubesinde Arapça dersleri, İstanbul Camiilerinde vaazlar vermeye başladı.

Devlet dairesinde başarılı bir memuriyet hayatı geçiren Mehmet Akif Ersoy, dönemin gizli cemiyetlerinden Teşkilat-ı Mahsusa adına Berlin’e gönderildi. Yıl 1915 idi ve o zamanlar Çanakkale cephesinde ölümcül bir savaş vardı. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale savaşını görmeden ” Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?/En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” ile başlayan Çanakkale Şehitlerine ithaf ettiği şiirini yazmıştır ve bu şiiri yazdığı dönem Berlin’de olduğu zamanlardır.  Şiir, aslında manzum hikayelerin olduğu Safahat Külliyatı’nın altıncısında ve eserin sonunda yer alır. Döneminden daha ileri bir şiir anlayışına sahip olan bu şiirin devamında Alman bir anne ile Türk anne karşılaştırılır.

Teşkilat-ı Mahsusa Mehmet Akif Ersoy’u daha sonra Arabistan’a gönderir. Mehmet Akif Ersoy, büyük bir maneviyatla bağlı olduğu İslam’ın nasıl çöküntüye uğradığı, insanların Müslümanlıktan nasıl uzaklaştığını burada görür ve müthiş bir karamsarlığa kapılır.

Memleketine dönen Mehmet Akif Ersoy, Kurtuluş Savaşı döneminde halkın manevi duygularını yükseltecek ve Anadolu’yu karış karış gezerek üzerindeki karamsarlığı atacaktır. Önce Kastamonu’dan başlar gezisine Milli Mücadele döneminde milletine yardım etmek için Mehmet Akif Ersoy; Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezer ve camilerde vaazlar verir. 1920 yılında Ankara’ya dönen Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nı burada yazar.

İdeolojisi İslam Birliği idi büyük şairin. I. TBMM hükümetinde Burdur’dan milletvekili seçilmesi ve büyük İslam Birliği idolünün gerçekleşmeyeceğini anlayan şair yine karamsarlığa kapıldı.  Memleketinde yapamadı uzun zaman önce birkaç yıl kışı geçirdiği Arabistan’a yerleşti ailesiyle birlikte ve tarihler 1926’yı gösteriyordu.Mısır’da Camilâtü’l – Mısrıyye’de Türk Edebiyatı dersleri verdi. Ailesinden sonra en büyük aşkı dil ve edebiyattı ve ülkesinden uzak bile olsa dilindeki gelişmeleri takip etti.

Sıtmaya yakalanan Mehmet Akif Ersoy İstanbul’a döndü. Tarihler 1935 yılını gösteriyordu. Ona emekli maaşı bağlandı ama bağlanan emekli maaşıyla 5 ay yaşabildi. Öldüğünde tam anlamıyla beş parasızdı. Mezarı Edirnekapı’dadır.

Sanata Bakışı ve Edebi Hayatı

Hayata hep İslam penceresinden bakan Mehmet Akif Ersoy’un ilk şiiri Mektep dergisinde yayınlandı. Şiirinin adı Kur’an’a Hitap idi. Şiir 1895 yılında yayınlandı. Şiire ise 1892 yılında Muallim Naci ışığında başlamıştı zaten.

Yukarıda bahsettiğim gibi çok iyi bir din ve dil eğitim almıştı. Arapçayı ana dili gibi konuşurdu. Öyle ki son yıllarda Kur’an’nın bir kısmını çevirdiği yazmaları ele geçmiştir.

Şiirlerinde Doğu mistizismi vardı. Aruz vezni ve eski şiire bağlı kaldı. Sadece manzum hikayelerinde vezin kullanmadı.

“Hayır, hayat ile yoktur benim alışverişim

İnan ki; her ne demişsem görüp de söylemişim

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” dizelerinde belirttiği gibi her zaman dosdoğru oldu. Gerek yaşantısında gerek eserlerinde boyun eğmedi.

Eski şiiri desteklemesine rağmen manzum hikayelerinde harika bir dil kullandı; yalın, sade, anlaşılır ve tamamen halk ağzı. Özellikle Küfe, Seyfi Baba manzumlarında nakış gibi işlediği sözcükleri toplum yaşamanı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Bu harika eseriyle Türk Edebiyatında taklidi imkansız bir öykülemeye dayalı şiir tarzının örneklerini verdi.

Şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi ve siyasetçi olan Mehmet Akif Ersoy, fikir olarak İslam Birliğini savunduğu için Türkçülüğe karşı çıktı. Ülkenin refahını Batı’nın ilim ve tekniğinde arayan Tevfik Fikret ile sürekli çatıştı. Her şiirinde, vatan, millet, bayrak sevgisi konularını işlediği her şiirinde, İslam parçaları da araya serpti… O tam anlamıyla İslam reformcusuydu.

Rauf Mutluay, 100 Soruda Çağdaş Türk Edebiyatı adlı eserinde Mehmet Akif Ersoy’u şu şekilde tarif etmektedir : “ … Akif’in kişiliğinde – sanatçı yaratılışla inandığını söyleyip yapan – erdemli bir yaşayışın  bütün ögeleri birleşir….”

İlk şiir kitabının adı Safahat idi. Ama o daha sonra tüm kitaplarına aynı adı verdi ve 7 ciltlik - Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1924), Gölgeler (1933) - bir külliyat meydana geldi.  Bu eserler Ersoy’un ölümünden sonra Ömer Rıza Doğrul tarafından tek bir ciltte toplanmıştır.

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın