Makaleler

Anasayfa

Hakkımızda

Yardım

Yasal Konular

Dilbilim Ekolleri ve Dilbilim Tarihi

Dil, insanın en çok merak ettikleri alanlardan birisi.. İçgüdüsel olarak meydana gelen konuşma, sözü ortaya çıkarmış ve soyut olan her şey dil sayesinde oluşmuştur. Düşünsenize, insan eğer konuşamasaydı, kitleler oluşturup bir medeniyet üretebilir miydi? Düşündüklerini dile getiremeseydi, cisimlere isim vermese, topluluğundaki kötü kişinin dedikodusunu yapıp onu gruptan dışlamasa bir millet, kabile ya da ülke olabilir miydi? Eğer, edebiyat yapamıyor, konuşamıyor olmasaydık gerçekten de hayvandan bir farkımız kalır mıydı? İşte tüm bu sorular, bizden önce yaşayanların da kafasını kurcalamış ve dili araştırmaya başlamışlar.. Biz, bugün, bizden önce dili araştıranları kısaca hatırladıktan sonra “Biz ne yapıyoruz?” sorusuna cevap arayacağız. Dil denen mucizeyi, anlamaya, en azından anlayanların dilini anlamaya çalışacağız..

Önceleri Din için Dil Gerekliydi..

İlk zamanlarda dil, dine bağlı olarak gelişti. İnsanlar, kendilerinden daha önemli ve büyük bir varlığa inanıyordu; doğal olarak hiç kimse Tanrı’nın onları yanlış anlamasını istemiyordu. Bu bakımdan, duaları doğru okumak, doğru telaffuz etmek ve istenilen şeyi doğru aktarabilmek için dil çalışmaları yapılıyordu.

Edebiyat da din ile ortaya çıkan bir olgudur. İlk şiirler, ilahilerdir. İnsanlar, uyaklı kelimelerin daha kolay ezberlenebileceklerini fark ettiler. Bu bakımdan, ilahiler kısa ve uyaklı parçalarla yazıldı. İlk şiirler bu şekilde ortaya çıktı. Ve sonuçta, neredeyse tüm din kitaplarının şiirsel oluşu, tüm duaların edebî olması..

İlk defa dili incelemek isteyenlerden birisi Hintliydi.. Hindistan, bir medeniyetti; bilimsel anlamda kullandığımız birçok terim, Hintçeden gelir. En basiti, DÜNYA ismi Hintçedir.. 

Eski Hint medeniyetinde, Hint Rahipler, konuştukları dil ile dualarının farklı olduğunu gördüler. O zamanlar Hindistan’da M.Ö X. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Veda’lar kutsal kitaptı ve din, Veda’ların emir ve yasaklarıydı. Hintli bir rahip olan Panini, Veda’ları merak etti. M.Ö 5. yüzyılda Veda’ların aslına inmek istedi. Dilbilgisi, etimoloji, sesbilgisi ve vezin gibi çoklu disiplin halinde Veda’ların baz alındığı bir dilbilgisi kitabı hazırladı. Bu kitap, bilinen ilk dilbilgisi kitabıdır, M.Ö 5. yy civarı yazıldığı tahmin edilmektedir. Panini, bu kitabında 4.000 adet tasvir, tanım yapmış ve kurallar koymuştur. Şu anda bile, Panini’nin titizliğinde yazılan dilbilgisi kitabı yok denecek kadar azdır.

Yaska adlı bilgin ise, etimoloji dediğimiz kökenbilgisi alanında ilk çalışan bilim adamlarındandır. Bu konuda Nirukta adlı bir kitabı da bulunan Yaska ve dönemin diğer dil araştırmacıları nesneler ile adlandırma arasında bir ilişki olup olmadığını tartışmaktaydılar.

Bugün, Panini’nin belirlediği pek çok tasvir halen kullanılmaktadır, ayrıca pek çok dilbilgisi terimi de bugün hala Panini’nin yazdığı gibi kullanılmaktadır.

Yunanlılar, Retorik için Dili İnceledi..

Eski Hint medeniyeti, dili, dini iyi anlamak için araştırmıştı. Batı tarafında, amaç farklı ama yol aynıydı. Eski Yunan medeniyetinde hitabeti daha etkili kılmak için dil araştırmaları yapılmıştır. Retorik, siyasetçilerin ve sofistiklerin işiydi. Sofistikler, retorik bilgilerini kağıda döküp politikacılara sattı, yalnız onların retoriğin hitap etmek demek olduğunu anladıklarını sanmıyorlardı. Bu bakımdan, nerede heyecanlanmaları, nerede durmaları gerektiğine dair işaretler kullandılar. Bunlar, bilinen ilk noktalama işaretleriydi.

Eski Yunanda ise dil, ilk kez Plato’nun (MÖ 427-347) Kratylos adlı eseriyle gündeme gelmiştir. Platon, harika bir hatiptir. İnsanlara, neyi nasıl anlatacağını gayet iyi bilir; bu diyalogda da üç kişi vardır ve üçü de dil üzerine muhteşem ve ufuk açıcı bir konuşma yapmaktadır. Bu konuşma konularından birisi de Hintli bilginlerle ile aynı; nesne ile ad arasında bir ilişki var mı?

Eski Yunan’da MÖ 3. yy’da Stoistler, Latinceyi incelemişler, ismin hallerini ilk kez onlar sınıflandırmışlardır. Gramer, yani yazı yine temel alınmış, etimoloji bu dönemde oldukça sevilmiştir. Ayrıca sözcük türleri ve sözcükler arasında sınıflandırma yine bu dönemde yapılmıştır.

MÖ 384 – 322 yılları arasında yaşayan Aristo, dil ve dil birleşenleri/yapısı hakkında ilk kez fikir yürütenlerden. Eski Yunan’da, dil, felsefe ile birlikte düşünülüp ortaya çıkmıştı. Bu bakımdan, dönemin düşünürleri, dil hakkında fikir yürütmüşlerdi. Bunlardan birisi de Aristo idi. Aristo, eylem ile ismi ayıran ilk isimdi, bildiğimiz ilk isimdi. Ayrıca harfleri, sesliler, sessizler ve yarı sesliler olarak ayırmıştır. Hecenin, dilin en küçük söz varlığını olduğunu keşfetmiş ve iki ayrı harfin birleşmesiyle oluşan anlamsız ses diye heceyi tanımlamıştır.

Eski Yunan medeniyetinde, dil ve düşünce arasındaki bağ ya da bağsızlık tartışma konusuydu. Bu konuda iki karşıt görüş ve grup oluşmuştur: Analojistler ve Anomalistler. Analojistlere göre dil mantıklıydı, kendi içinde bizim henüz bilemediğimiz bir kurallar zinciri vardı; tıpkı doğa gibi. Anomalistler ise dilin kurallardan oluşmadığını, kuralsız olduğunu savunuyordu..

Yunanlılar, Mısır’da herkesin büyüklüğünden haberli olduğu bir İskenderiye Kütüphanesi kurmuşlardı. Tarih, İÖ III – II. yüzyıl idi. Bu kitaplıkta bulunan Yunan metinleri titizlikle incelendi ve bu inceleme tarzı bir gelenek oluşturarak İskenderiye Okulu’nu oluşturdu. Yunanlılar ile bağdaştırdığımız bu gelenek, değerli aydınların yetişmesini sağlamıştır. Örneğin MÖ II – I. Yüzyılda yaşamış olan Dionysios Thrax ve MÖ II. Yüzyılda yaşayan İskenderiyeli Apollonios Dyskolos dilbilgisinin iki önemli dalında eserler veriştir. Thrax, Tekfine Grammatike adlı eseriyle 400 yıllık bir derleme çalışması yapmıştır, kendisinden önceki eserleri inceleyerek kendi çağına kadar olan kısmı irdelemiş ve bir nevi karşılaştırmalı dilbilgisi alanına giriş yapmıştır. Dyskolos ise söz dizimi yani Batı tabiriyle sentaks ile uğraşmış ve bunun hakkında bir kitap yazmıştır.

Yunanlılar, aksan ve hitabet sanatı gereği aksan işaretleri dışında ses bilgisi ile çok ilgilenmemiştir.

Roma’da Dilbilim..

Romalılar, Yunan medeniyetlerini aşamamışlardır. Onlar da ses bilgisine pek yoğunlaşmamış ama bu dönemde yazılan bir kitap, Avrupa için dilbilim alanı için mihenk taşı olmuştur. Marcus Terentius Varro Latince üzerine bir inceleme yapmış ve bu inceleme tam 23 ciltlik bilgi kaynağı oluşturmuştur. Bu 23 ciltlik külliyatta Latince için etimoloji, morfoloji ve sentaks yani söz dizimi alanında Avrupa’nın bugün bile faydalandığı bilgiler mevcut. Ama maalesef bu kaynak dışında dilbilim adına “müthiş” bir ilerleme söz konusu değil…

Doğu Dünyasında Dilbilim…

Doğu toplumlarından kasıt, İran ve Arap ile Hint topluluklarıdır. Arapça, en karmaşık dillerden birisidir ve Arap topluluklarında edebiyat bir gelenektir. Bu bakımdan da dil de edebiyatta gelişmiştir. Öyle ki sürgün edilen Arap bilginlerinin Endülüs’e gitmeleri, bugünkü Avrupa’nın oluşmasındaki en temel etkendir.

Arap geleneğinde Küfe Dil Okulu ve Basra Dil Okulu olmak üzere iki ayrı gelenek göze çarpar. Basra Okulu, lehçe ve şive ayrımlarını göz ardı ederek deyim yerindeyse standart ve dolayısıyla kuralcı bir dil oluşturma – inceleme aşkıyla ilim yapar. Tüm bu özellikleriyle Aristo etkisinden olduğu söylenebilir. Küfe Dil Okulu ise, farklılıkları yok etme taraftarı değildir; tam tersine ayrıkçı bir yapı ile tüm lehçe ve şiveleri standartlaştırmadan inceler.

8. yy’da yaşayan EL HALİL, Arapçanın ilk sözlüğünü hazırlar. Kitabü’l Ayn, Arapçanın ilk sözlüğü olmakla kalmaz, Arapça sözcükleri belirli kurallar ile sınıflandırır. EL Halil, kendisi gibi bir ilim adam olacak olan Sibeveyhi’nin hocasıdır.

El kitap, Arap dili için kült sayılan bir eserdir. SÎBEVEYHÎ bu eserini 8. yy’da az sonra sözünü edeceğimiz Basra Dil Okulu dönemi esnasında yazmıştır. Bu dönemden önce de Arap dilbiliminin gerçekten de sağlam olduğu anlaşılıyor çünkü Arap bilginler genelde metin bilgisi üzerine yazmışlardır. Metin bilgisi, o dönem Yunan ve Batı kültürlerinde neredeyse yok kadar azdı.

Türk Dünyasında Dilbilim..

Dillere pelesenk olmuş bir sözdür ama doğrudur: Türkler göçebedir. Bu göçebe kültürü onların birçok eserlerinin yağmalanmasına ya da doğal nedenlerden yok olmasına neden olmuştur. Yerleşik hayata geçen Uygurlar ise bunu Budist geleneğine borçludur. Onlar da edebiyat alanında başarılı olmuşlardır; çeviri dilinde gelişmişlerdir ama bu dillerini inceledikleri henüz doğurmamıştır; ya da daha yüksek bir ihtimalle böyle bir eser ama kayboldu..

Türk dünyasında bilinen ilk dilbilimci Kaşgarlı Mahmud’dur. 100- 1085 yılları arasında yaşayan alim, dil aşkıyla o dönemde neredeyse Orta Asya’nın tamamına egemen olan Karahanlı Devletinin her bir köşesini geçerek buradaki Türk boylarının dillerini toparlamıştır. Sadece diller değil, yani sadece sözlük değildir. Aynı zamanda folklor çalışması da yapmıştır. Türk dillerine ait türküler, destanlar bu ansiklopedik sözlüktedir.

16. yy’da Bergamalı Kadri, Arap gramerciliğinden etkilense de 1530 yılında tamamladığı Müyessiretü’l Ulum adlı eserinde Türkçeye ait önemli bilgiler vermiştir.

Türk geleneğinde yapılan çalışmalar genelde sözlük alanına aittir. 13.yy civarında var olan Memlük – Kıpçak Türkçesi bu konuda fazlaca çalışmaya sahne olmuştur. Bu dönemde, Arap bölgesinde hükümdar olan Türkler, hakimiyet için hem tebaanın Türkçe öğrenmesine hem de yönetim sınıfının Arapça öğrenmesine ihtiyaç duymuştur. Bu bakımdan da genelde Araplar tarafından yazılan Türkçe öğretme kitaplarına rastlarız. O dönemin söz varlığı açısından önemli bilgiler elde ederiz.

Yukarıda bahsedilen dilbilim tarihi, 15 -16. yy öncesi dilbilim tarihidir, aslında gelenek olarak da görülebilir. Yalnız, dilbilimi dilbilim yapan asıl zaman dilimi 16. yy sonrasıdır. Bu bakımdan, kısaca bu zaman dilimine bakacağız. Unutulmamalıdır ki 16. yy, tüm dünya ve Avrupa için önem arz eder çünkü Fransız ihtilali, Sanayi Devrimi, Rönesans ve Reform olayları/ olguları meydana gelmiştir.

Dilbilim, 16.yy sonrasında dilin sadece sözlük ve gramerden ibaret olmadığını fark etti. Bu dönemde dile sadece yazıya geçirilen işaretler olarak bakılmadı. Özellikle Avrupa’da 20. yy’da bir takım dil okullarının açılmasını sağlayacak girişimler de başladı. Lakin, Avrupa’da ekollerin yani okulların oluşması 20. yy’da gerçekleşti. 20. yy Ferdinand de Saussure dili sosyal bir olgu olarak değerlendirdi. Sosyologizm bu dönemde şekillendi. Saussure, dili bir sistem olarak değerlendiren ilk kişidir. Bu, şuan bize önemsiz gibi görünse de dilin bir sistem olarak belirlenmesi, ona bilimsel bir alan tanımaktır. İncelenmek istenen şey, önce tanımlanmalıdır. Saussure, aynen böyle yapmıştır. Saussure ve dil tanımlarını, onun hayatını farklı bir makalede işleyeceğiz. Bu bakımdan, dilbilim ekollerini incelemeye başlayacağız.

Dilbilim ekolleri ya da okulları genelde Avrupa kültüründe gördüğümüz bir durumdur. Okul ya da ekol oluşturma durumu, genelde bir araştırmacının araştırma metotlarını takip etme ya da yeni bir akımı uygulama olarak görülür. Fark, ekollerin ya da okulların bir devamlılık sağlaması, yani kalıcı olmasıdır. Bu,bilimsel çaba için çok gereklidir, bir medeniyetin takip edilebilir bir okul oluşturması, o medeniyetin ve uğraşlarının tüm dünyaca bilinmesi demektir. Aşağıdaki konu başlığında Avrupa odaklı okullar göreceksiniz; eski Arap medeniyetleri de dilbilim ekolü oluşturmuş ama bu zamana kadar devam etmemiş ya da şuan böyle bir okul meydana gelmemiştir. Oysak dil, yanı dildir. Dil, Avrupa’nın ya da Amerika’nın egemenliğinde değildir ama durum, hep bu şekilde devam etmiştir.

Dilbilim Ekolleri

Ferdinand De Saussere’nin 20.yy’da başlattığı sosyologizm akımı, iki okul doğurmuştur:

1. Cenevre Dilcilik Okulu

2. Paris Dilcilik Okulu

Saussere, bir akım başlattı ama akım mükemmel değildi; bazı kusurlar hemen göze çarpmaktaydı. Bu bakımdan da 20.yy sonlarında yapısalcılık akımı hüküm sürmeye başladı. Bu akımı, daha sonraki makalelerde ayrıntılı olarak inceleyeceğiz, ama en kısa tanımıyla yapısalcı görüş, dilin temeline kadar iner. Bu yapıya göre dil, sadece biçimsiz bir sistem değildir. Dil, katman katman bir yapıya sahiptir ve her yapısında başka bir özellik vardır. Bu akıma bağlı olarak üç ekol gelişmiştir:

3. Prag Yapısalcılık Okulu

4. Kopenhak Yapısalcılık Okulu

5. Amerika Yapısalcılık Okulu

Şimdi, bu okullara kısaca göz atalım..

1. Cenevre Dilcilik Okulu

Saussere’ün öğrencileri A. Şeşe ve S.Balli tarafından kurulmuştur. Şeşe, daha çok söz dizimi üzerine çalışmıştır. Balli ise daha çok roman dili üzerine çalışmıştır. Bu çalışmalarında yola çıkarak bir üslup teorisi geliştirmiştir.

2. Paris Dilcilik Okulu

Bu okul için de bir hoca ve onun görüşlerine sadık kalan bir öğrenciden bahsedeceğiz: Antoine Meilette ve onun öğrencisi J. Vandriyes

Meilette, alanında 24 kitabı ve 540 makalesi olan dilbilimine ömrünü adayan bir bilim adamıdır. 1906 yılında yaşadığı kent olan Paris’in dilcilik akımı başlatıcısıdır ve daha sonra Paris Dilcilik Okulunun rektörü olmuştur.

Meilette, kıyaslamalı dil teorileri ile tanınır, diyalektoloji ile ilgilenmiştir. Hint Avrupa dilleri ve diyalektleri yani lehçeleri onun çalışma alanıdır. Aynı zamanda tarihî Avrupa dilleriyle de ilgilenir.

Antoine Meillet, kıyaslamalı dil çalıştığı için daha önce bu alanda çalışanların metotlarının kusurlu olduğunu ve geliştirilmesi gerektiğini söyler. Ayrıca kendisi, sosyal dil gelişimi alanı için de birkaç çalışma yapmıştır. Ona göre, kelimenin anlam genişliği veya darlığı kelimenin kullanıldığı toplumun genişliği ile doğru orantılıdır. Kelime, geniş bir sosyal toplulukta kullanılırsa anlam genişlemesine uğrar, eğer durum tam tersi olursa anlam daralması meydana gelir.

Meillet’in öğrencis J. Vandriyes, daha çok tarihî diller üzerine çalışmalar yapmıştır. O da sosyologizm akımına bağlı ve hatta bu akımın önde gelen temsilcisidir. Vandriyes için dil, sosyal bir olaydır ve toplumdan ayrı düşünülemez.

3. Prag Yapısalcılık Okulu

Bu okul, Çek dilci Vilem Mateziusun (1882-1945) tarafından meydana getirilmiştir. Mateziusun, Saussere’den fazlasıyla etkilenmiştir. Mateziusun’dan başka bu okula şu dilbilimciler eşlik etmişlerdir: B. Gawranek, B.Trnka, Skaliçka, Y. Vahek, L. Novak, N.S. Trubetskoy, R.O. Yakobson, S.O. Kartsevskiy…

Bu okul, kendi dergisini oluşturmuş ve görüşlerini bu dergi ve kendi yazdıkları kitaplar aracılığıyla aktarmışlardır. Bu derli toplu okulun dergisi, dünyadaki dilbilim tarihi için oldukça önemlidir.

Prag, yapısalcı yaklaşım dilin mantıksız olduğunu savunmaz. Onlar için, dil kendi içinde sistemlidir. Fonksiyon, yani Türkçe adlandırmayla görev – işlev, bu okul için oldukça önemlidir. Tüm dil yapılarına fonksiyonel açından bakarlar. Onlar için dil, birbirlerini tamamlayan sistemler bütünüdür.

Prag okulu, dil parçalarını görevleri açısında tahlil eder. Onlar için dil, tesadüfen oluşan bir yapı değil, her katmanı farklı bir görev içeren planlı bir sistemdir.

4. Kopenhak Yapısalcılık Okulu

20.yüzyılda yapısalcılar, Danimarka’da düşüncelerini yaymaya başladılar ve Kopenhak yapısalcıları bu amaç için bir araya geldiler. Vigo Brondal (1887-1942), H. Uldal (1907-1957), Lui Yelmislev (2899-2965) tarafından bir dernek kuruldu. Bu derneğin adı Kopenhak Dil Derneği idi.

Kopenhak yapısalcıları, Prag yapısalcılarının dilin yapısı ve fonolojisi kuramlarına karşı çıktılar. Kendi görüşlerini anlatmak için de bazı dergiler çıkardılar. Ayrıca kendilerine “Glossematik” diyorlardı; “Glossa” Yunanca “dil” anlamına gelir.

Kopenhak yapısalcıları, dil araştırma geleneklerine karşı çıkmışlardır. Tamamen gelenekselden kopuk, kendi araştırma yöntemlerini ortaya koymuşlardır.

Bu okulun, dilbilim tarihinde bu kadar önemsenmesinin nedeni,evrensel dilbilim kolunun doğmasına neden olmasıdır. Yani, ilk defa sistemli olarak dillerin tek bir yerden geldiği ya da evrensel bir dilin olabileceği görüşleri ortaya atıldı.

5. Amerika Yapısalcılık Okulu

Amerika yapısalcılık okulunun doğmasında en büyük etmen, sayıları giderek azalan Kızılderililerin dillerini öğrenme isteği olmuştur. Okulun, bu amaç uğruna, kurucuları arasında bir dilci ve antropolog bulunmaktadır : Amerikan dilcisi ve antropolog Frans Boas (1858-1942).

Amerikan dilcililik okulu, diğer okullara nazaran daha geç kurulmuştur. XX.yüzyılın ilk yarısında kurulan bu okul ve ona bağlı dernekler kendilerine Deskriptivizm demektedir. Deskriptivizm, tasvircilik demektir ve “to describe” sözünden türemiştir. Bu okul, dilin görülen özelliklerini yani gramatikal özelliklerini tasvir etmeyi kendilerine görev bilmişlerdir.

Tasvir etme isteği, daha önce hep yazılı diller üzerine olmuş olan Avrupa ile Amerika’nın amaçları uyuşmamamıştır. Çünkü Kızılderili dili, sözlü bir dildir; yazıya geçmemiştir. Avrupa ise, yazıya geçmiş dilleri incelemişler ve buna göre kural koymuşlardır. Bu durumda, Amerikan yapısalcılık anlayışı ile Avrupa yapısalcılık anlayışı çatışmış ve Amerika kendi kurallarını yaratmıştır. Bu kurallar, belki de ilk kez sözlü bir kuralı incelemek üzerine kurulmuş ve başarılı olmuştur. Bu başarılı tekniklerin yaratıcısı ise Boas’tır.

Kısaca..

Kısaca konunun üzerinden geçmek gerekirse, “Genç Gramerciler” diye adlandırılan grup dilin tarihinin incelenmesine değer vermişlerdir; aynı durum eski çağ Yunan medeniyeti, Roma medeniyeti ve Arap medeniyeti için de geçerlidir.

Yapısalcılık, bu durumun aksine dilin eş zamanlı incelenmesini değerli bulmuştur. Bu fikre göre dil, art zamanlı yani tarihsel değil, eş zamanlı yani çağdaş olarak incelenmelidir.

Yapısacılık benimsenmiştir ve dünyanın pek çok bölgesinde okullar kurulmuştur. Bu okulların hepsi kendilerine has özellikler göstermektedir: Prag Yapısalcılık Okulu, fonetik üzerine çalışmalar yapmıştır. Kopenhank Yapısalcılık Okulu dili göstergeler bütünü olarak görmüştür. Amerikan Prag Yapısalcılık Okulu dilin yapısını, yani kuruluşunu öne çıkarmıştır.

İlgili Makaleler