Makaleler

Albert Camus Kimdir?

Yazar: Diba Bahadıroğlu

Kendisine herhangi bir "-izm" bir lakap takmamış, Nobel ödülünü pek genç yaşta almış ama maalesef ödülü aldıktan sona hayata gözlerini yummuş Albert Camus.

Albert Camus Kimdir?

Albert Camus, absürd felsefesinin mihenk taşı, genç yaşta Nobel alan ikinci yazar, sessiz bir sömürü karşıtı, hayata yabancı ama hayatın en iyi dostu.. Kısaca, 20. yüzyılın anlaşılmayı bekleyen yazarlarından, düşünürlerinden..

Albert Camus’un Hayatı Cezayir’de Başlar..

7 Kasım 1913 tarihinde Cezayir hala Fransız sömürüsü altındayken, Cezayir Mondovi’de dünyaya geldi. Annesi İspanyol bir kadın, babası ise Alsas bölgesinden bir Fransız idi. Babasını küçük yaşta kaybeden Camus’un annesi, Albert Camus’un okuması ve kendisine bir hayat inşa etmesi için çalışmaya başladı.. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından birisinin annesi olan güzeller güzeli Francine Camus, oğlu için evlere temizliğe giderdi. Albert Camus ise annesinin bu fedakarlığının aksine, kendi ayaklarının üzerinde durmak için henüz lise çağlarında evden ayrıldı. Türkiye’de cumhuriyetin ilan edildiği yılda, hala sömürge olan Cezayir’de liseyi bitiren Camus, daha sonra Cezayir Üniversitesine kabul edildi. Burada başladığı felsefe eğitimi, Camus’un verem olmasından ötürü yarım kaldı. Ancak 13 yıl sonra eğitimini tamamlayabildi. Kısaca o, mektepli değil, alaylı filozoflardan..

1900’lü yıllar ve özellikle Sovyet Rusya döneminde, dünyayı derinden etkileyen fikirler vardı. Bu fikirlerin karşıt fikirleri de yavaş yavaş taraftar toplamaktaydı. O zamanlar Marksist Doktrin yani herkesin bildiği adıyla komünizm bir kıvılcım misali yayılıyordu. Birçok insan, kendi ülkelerindeki iç karışıklıkların çözümünü komünist harekette aramakta ve bu tezi de ateşli bir şekilde savunmaktaydı. Şuan, kapitalizmin merkezi olan Avrupa’da dahi komünizmi çıkış yolu olan gören yazarlar ve aydınlar vardı. Bunlardan birisi, bizim de daha önce konusunu açtığımız Sartre idi. Birisi de Camus idi. Camus, 1934 yılında Fransız Komünist Partisine üye olmuştu, üye olurken de komünizme tapmıyordu ama bu sistemin İspanyadaki koptu kopacak fırtınayı dindireceğini ön görüyordu. Nitekim, kendisi sosyalizmin sol muhalefeti olarak bilinen ve tek bir ülkede sosyalizmin olmayacağını savunan Troçkist suçlamasıyla 3 yıl sonra partiden atıldı. Ardından II. Dünya Savaşı esnasında apolitik bir tavır aldı ama Paris’in Almanya tarafından işgaline uğraması ve komünist bir gazetecinin gözleri önünde öldürülmesinin ardından bu düşüncesinden vazgeçti. Zaten kendisi de 1934 yılında asker olmak için Fransız ordusuna başvurmuş ama verem hastası olduğu için orduya başvurusu reddedilmişti.

Bu çalkantılı hayatı esnasında 1934 yılında Camus ilk evliliğini yaptı. Evlendiği kadının adı Simone Hie idi ve Camus ona tam anlamıyla aşıktı. Yalnız, Simone Hie, morfin bağımlısı idi ve Camus'a sadık değildi. Evlilikleri kısa sürdü. Ardından 1940 yılında iki çocuğunun annesi olacak olan eşi piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi. Hayatının sonuna kadar da iki çocuklu evli bir adam olarak kaldı.

Hayatını yazarak kazanan bir adam..

Belki verem hastası olduğundan belki de kaleminin çok iyi olmasından da mıdır bilinmez, hayatını yazarak kazandı. Dergilerde yazarken, derginin ticari olduğunu anlar anlamaz o dergiden kaçtı. Kitaplarına çok sert eleştiriler geldi, yazmak istemedi ama yine tiyatro oyunları çevirerek para kazandı..

İlk kitabı deneme tadında olan Sisifos ile Söyleni adlı kitabı idi. Bu denemesinde, insanın hayata karşı duruşunun ne kadar saçma olduğunu, hayatın ne kadar saçma olduğunu anlattı. Dualizm ile tanıştık çünkü hayat hep ikilik – dilemma çıkarıyordu. Hayatta doğum ve ölüm, üzüntü ve sevinç, iyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi hep zıt kutuplardan meydana gelmişti. Hayat, zıtlıklarla dolu idi. Kısaca, hayat bir çelişkidir ve insanlar bu çelişki içinde yaşar. Onun için bu çelişkinin absürd yani saçma’dır. Hayat absürttür. Absürt bir hayattan kurtulmak, çok akıllıca bir iş olacaktır ama Camus, intihar yanlısı değildir. O denemesinde de insanın intihar etmesini değil, bu absürtlük bir mücadele etmesini ister. Camus için de yaşam saçmadır ama uğruna savaşmayacak kadar da değersiz değildir.

Albert Camus, bu düşüncelerini Sisifos ile Söyleşi (Söyleni diyen de var ) adlı deneme kitabında anlatır ve bu kitaptaki düşüncelerini aynı yıl yani 1941 yılında çıkardığı “Yabancı” adlı kitabında işler. 1947 yılında, Cezayir’de veba salgını yüzünden mahsur kalan bir doktorun hikayesini anlattığı “Veba” adlı kitabında da aynı şekilde işlenir.

Aslında ilk denemesi 1937 yılında yayımladığı Tersi ve Yüzü olsa da en ünlü denemesi Sisifos ile Söyleşi ve en çok tepki çeken denemesi de Başkaldıran İnsan oldu. Ölüm ve Ceza Üstüne Düşünceler adlı denemesi ise ona Nobel Edebiyat ödülünü getirecekti. Bilinen yanılgının aksine Camus’a, Nobel’i kazandıran Düşüş adlı romanı değil, bahsi geçen denemesi ve hatta makalesidir.

1970 yılında Mutlu Ölüm ve 1995 yılında İlk Adam adlı romanları çocukları tarafından, babaları Albert Camus’u bir trafik kazasında kaybettikten sonra yayımlandı. İlk Adam, henüz tamamlanmamış bir romandı.

Camus, ayrıca başarılı bir oyun yazarı idi. 1939 yılında İşçi Tiyatrosu açmış ama maalesef kapatmak zorunda kalmıştı. Ama oyun yazmayı ve hatta oyun çevirileri yapmayı hiç ihmal etmedi. 1935 yılında Asturya’da İsyan ilk oyunu idi. Ondan üç yıl sonra yazılan ama ancak 1945 yılında sahnelenen Caligula ikinci oyunu. 1943 yılında Yanlışlık adlı oyununu, 1948 yılında Sıkıyönetim adlı oyununu yazdı. Son oyununu ise Adiler adıyla 1949 yılında yazdı.

Aslen Camus komünizme inanmıyordu. Sol görüşe yakın olması, o günün Fransasında onun komünist olduğunu düşünmemize neden olabilir kendisinin böyle bir görüşü yoktu. Hatta bu yüzden de Sartre ondan uzaklaştı.

Sartre ve Camus İlişkisi..

Camus, II. Dünya Savaşı esnasında Nazilere karşı durdu ve Fransız Direnişi adlı gruba katıldı. Bu grupta, Jean – Paul Sartre de vardı. Onunla tanışması da bu şekilde oldu ve ayrıca Combat adlı bir gazete yayımlamaya başladı. Yalnız, gazete reklamlarla ticari bir hal alınca gazete çıkarmaktan da vazgeçti. Camus, kendisi ile yakın konulara ilgi gösteren Sarte ile çok yakın arkadaş değillerdi. Hatta, Sartre yüzünden, Camus edebiyat dünyasına veda etmek üzere idi.

Sartre ve onun sevgilisi Beauvoir II. Dünya Savaşı bittikten sonra buluşmak için seçtikleri kafe olan Cafe de Flore’ de sık sık Camus’u da görürlerdi. Camus ayrıca, Fransız Direnişi adlı Nazi karşıtı bir gruba üyeydi ve Sartre de bu grubun içinde idi.

Albert Camus ile Sartre, siyasi olarak birebir aynı düşünmüyorlardı. Camus, sol görüşe yatkın olmasına rağmen Sartre gibi sabit düşünceye sahip değildi. Mesela, komünizm doktrinine gönülden bağlı değildi, Cezayir’de yaşayan annesi için endişe içindeydi ama Cezayir’in tam bağımsızlığını desteklemiyordu. Zaten, en sonunda Camus, “Başkaldıran İnsan” adlı kitabını yayımlayarak, Sartre ile incelen bağları tamamen kopardı. Aslen, bu kitap sadece Sartre için kabul edilemez değil; o zamanların Fransız sol görüşü için de iğneleyici bir kitaptı. Bu kitaba o kadar sert eleştiriler geldi ki Camus bir süre kitap yazmadı, hayatını tiyatro oyunu çevirerek kazanmaya başladı.

Varoluşçu felsefeyi tanıtmak için Amerika’yı da turlayan Camus, Sartre ile bu konuda hep birlikte anılır. Yalnız, her ikisi de bu felsefeyi, kendi hayat görüşleri çerçevesinde, birbirlerinden habersiz şekilde benimsemiş ve kitaplaştırmıştır. Zaten Camus da kendisini bir varoluşçu olarak tanıtmaz, o tek felsefî görüşü olan absürd felsefesini Sisifos ile Söyleşi kitabında anlatır ve aslında bu kitabı kendisini varoluşçu sayan ama aslında hiçbir şey ifade etmeyen insanlara karşıdır. Üstelik, Sartre’nin görüşü pesimist ve amaç aramaya yönelikken Camus, her şeye rağmen, bu anlamsız hayata rağmen, yaşamak için anlamlı amaçlar bulmamızı söyler. Yani Camus, pozitif ve hayat dolu bir görüşe sahiptir.

Albert belki de her şeyi futbol ile açıklayabilirdi..

Albert Camus, futbola aşık bir adamdı ve ateşli bir kaleci idi. Hayata dair birçok şeyi basit bir oyun olan futboldan öğrendiğini dile getirir. Hatta ona tiyatro mu yoksa futbol mu diye sorulduğunda futbol cevabını dahi vermişliği vardır. Lakin, verem olduktan sonra çok sevdiği futbolu bırakmak zorunda kalır.

Siyasi görüşü ve Cezayir bağımsızlık savaşı esnasındaki tavrı..

1945 yılında Cezayir bağımsızlığı için Fransa ile savaşırken o zamanlar Fransa’nın en ünlü yazarlarından birisi olan Camus, müthiş bir dilemma ile karşı karşıya kalır. Doğduğu ve hala annesinin yaşadığı toprakların; onlara “siyah ayak” lakabı taktığı insanların özgürleşmesi mi yoksa Fransız sömürgesi altında kalması mı? Camus, doğudaki ayaklanmaların bir Sovyet – Arap ittifakından doğduğunu ve Araplar ile Siyah Ayakların beraber yaşayabileceği görüşüne sahip olduğu için Cezayir’in Fransa koruması altında olmasını istiyordu. Her ne kadar annesinin o savaş ortamında olduğunu bilse ve bu durumdan endişe duysa da Cezayir’in ancak yarı bağımsız ama yine Fransa’ya bağlı olmasından yanaydı. Zaten bu görüşü ile sol kesimden iyice uzaklaştı.

Camus, savaşa insan hakları savunucusu olduğu için de karşı idi. Sadece savaşa değil, aynı zamanda idam cezasına ve Sovyetler'in insanları cezalandırma yöntemine de karşı idi. Bu amaçla yani insan hakları savunucusu olması nedeniyle UNESCO’da çalışıyordu ama 1952 yılında BM’nin (Birleşmiş Milletlerin) ulusal çıkarlar için diktatör yönetimindeki İspanya’nın üyeliğini kabul etmesini sindiremedi ve buradaki görevinden istifa etti.

Nobel ödülünü kazandıktan sonra absürt bir biçimde öldü..

Bir zamanlar Camus’a, en absürt ölümün nasıl olduğu sorulunca tereddüt etmeden araba kazası demişti. Camus, 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazandıktan üç yıl sonra, trenle gitmesi gereken yere yayıncısının sürücüsü olduğu araba ile giderken bir trafik kazası ile hayatını kaybetti. Öldüğünde henüz 43 yaşındaydı ve sanıyoruz ki Camus, tam da en güzel eserlerini vereceği yaşta hayatını kaybetti…

İlgili Makaleler

Yorumlar
Diba 2017-12-13 16:08:22

Merhaba, İsimsiz bey/hanımefendi..

İntihal konulu makalemi ve bu makalemi okumanıza çok sevindim. Tek tek cevap vereyim ki daha anlaşır olsun.

1. TDK bu dediğiniz kuralı önce Türkçe sözcükler için çıkardı; bu kural 1980 yılına kadar söyleyişe göre idi ama yabancı kökenli özel adlarla dediğiniz gibi bir kullanım yok. Üstelik, tahmin edersiniz ki Albert Camus adının "Kamü" olarak okunduğunu bilmek genel kültür; ama yazımı bilmek zorunluluktur. Fransızca bilmiyorum ama "Kamü" okunuşunu elbette biliyordum. Yalnız dediğiniz gibi bir kullanım kuralı, güncel TDK sitesinde geçmiyor. Yorumun altına bu konudaki alıntıyı yapacağım.

2. Ansiklopediler, açık kaynak olarak sayılır; İslam Ansiklopedisi, Türk Büyükleri Ansiklopedisi vs. Mesela bu yüzden Wikipedia " Free online encyclopedia" sloganını kullanır. Bu yazı, ansiklopedi kaynaklıdır. Eğer bir makale ya da söyleşiden alıntı olsaydı, mutlaka belirtirdim. Zaten yazılarıma bakarsanız belirttiğimi göreceksiniz. Hatta, birçok yazımda, saygıdan mütevellit, ansiklopedi yazarını da anıyorum..

3. Akademinin kimlere emanet olduğunu bilmem ama kendi payıma düşeni elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. 3 yıldır burada yazıyorum ve emin olun 214 tane makaleden daha fazla yazım var.Hatam olmuş olabilir ama sanırım profilimde bana ulaşacağınız mail adresim de var. Sonraki uyarınızı oradan yaparsanız ben de bilgi eksiğinizi tamamlar ileride böyle durumlarla karşılaşmamanız için elimden geleni yaparım..

http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=187:Noktalama-Isaretleri-Aciklamalar&catid=50:yazm-kurallar&Itemid=132

DİBA BAHADIROĞLU

İsimsiz 2017-12-13 15:14:06

Merhaba 3 yılda 214 makale (!) yazmışsınız, yüksek lisans yapıyorsunuz ve intihal konulu bir makaleniz de var ama kaynakçanız yok sizin bu yaptığınız intihal değil mi? "Camus'a" değil "Camus'ye" olacak isim Fransızca olduğu için ve fransızlar kelime sonundaki -s harfini okumaz. Camus Kamü diye okunur. Akademi kimlere emanet.

Yorumunuzu Paylaşın