Makaleler

Türk Edebiyatında Eleştiri: Tanzimat Dönemi

Yazar: Diba Bahadıroğlu

Eleştiri kavramı çok geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gereken apayrı bir konu olduğu için onu ayrıca, başka bir yazıda değerlendirmek gerekir. Bu yazıda sadece eleştirinin ne olduğunu sorgulayacak ve Türk edebiyatı için eleştirinin ne ifade ettiğini anlatmaya çalışacağız; lakin önce eleştirinin ne olduğunu ufak çapta tanıtmayı gerekli görüyoruz. Ardından da Tanzimat dönemimiz için eleştiriyi işleyeceğiz.

Eleştiri, Osmanlı Türkçesinde tenkit – ki bu adlandırma bazı şair ve yazarlara göre değişecektir - , Fransızca critique olarak geçer. Atilla Özkırımlı eleştiriyi “ Sanat yapıtlarını tanıtmak, açıklamak, sınıflamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazıların tümüne verilen ad” olarak tanıtır. Ardından da eleştirinin kökenine inerek onun “ Yunanca kritike deyiminden” türediğini bildirir.  

Batı dünyasında eleştiri bir tür olarak 19. asırda yükselmiştir ama Antik Yunan’da Platon’un güzel sanatlar ile ilgili kuramlarını sistemleştiren Aristo’nun Poetika’sı da vardır. Nitekim bu iki filozof, eleştiri yapmaktan ziyade kurucu olmuşlardır. Yani eleştirinin tarihini ilk çağlara dek götürebiliriz ama edebi bir tür olarak yükselişi 19. asırdır Batı için.

Sanatın toplum hayatına göre şekillendiğini unutmamalıyız. Bu bakımdan edebiyat, her zaman toplum tarihine ışık tutan bir kaynak olarak gösterilmiştir. Bu bakımdan da eleştiri yöntemleri geliştirilmiştir. Biz bugün bu eleştiri kuramlarını da Batı’dan almaktayız.

Batıda bir ilim olarak tarihi temellerini Antik Çağ’da atan eleştiri, bizde Tanzimat Döneminde ortaya çıkmıştır. Kimisi buna gecikme gözüyle bakar. Hoş, milletlerin yaşam tarzları kıyaslandığında bizdeki bu gelişmeler için gecikme diyemeyiz, sonuçta Batı’da da bilim özellikle yıldız bilimi, yer bilimi Doğu’dan sonra çıkmıştır.

Eleştiri, Tanzimat döneminde ortaya çıkmışken ilk eleştirmenlerimizin Servet-i Fünun’da ortaya çıkmasını Atilla Özkırımlı şu şekilde açıklar : “ XIX. yüzyılda Batı’da hemen bütün eleştiri yöntemleri kullanılır,  bu yolda hem kuramsal hem de uygulamalı ürünler verilirken Tanzimat döneminin bir eleştirmen yetiştirememiş olması, eleştiri adı verilen yazıların bir yönteme dayanmaması, eskiyi değerlendirirken muaheze (kötü yanlarını gösterme, bir düşünceyi çürütmeye çalışma)  sınırlarını aşamamasından başka türlü açıklanamaz”. Yani Tanzimat döneminde bir eleştirmen yetişmemiştir çünkü Tanzimat döneminde önümüze ya da şimdiye bakmak yerine Divan Edebiyatı ile uğraşmışızdır. Aslında bu da, edebiyatımızın seyir defterinde olması gereken bir ayrıntıdır çünkü Tanzimat devrinde böyle bir kıyıya uğramasaydık, Servet-i Fünun’da bu başarıdan söz etmemiz mümkün olmayacaktı.

Eleştiri, daha doğrusu sanat eleştirisi bir düz yazıdır. Yani eleştirinin edebiyat aracı düz yazıdır. Bu bakımdan da eleştiri tarihinden bahsetmemiz gereken bir edebiyatın, düz yazısı tarihi de olmalıdır. Maalesef Türk edebiyatında bu iki olgu da yoktur.  Var olan düz yazı yani nesir geleneği ile Tanzimatçılar arasında sağlam bir bağ yoktur. Divan Edebiyatında bahsi geçen nesir,  yöntemli eleştiriden çok uzaktır. 

Tanzimatçılar, düz yazının eksikliğini hissedince önce edebiyatımızda bir düz yazı tamiri yaptılar ve düz yazı için örnek olarak Fransız edebiyatına baktılar. Bu bakışa Atilla Özkırımlı şu yorumu yapar : “… Öykü, roman vb öteki yeni türlerde olduğu gibi eleştiride de türün kendi doğal gelişimi değil, aktarılanın gelişimi söz konusudur.” Bu yüzden olacaktır ki eleştiri, bizde biraz üvey evlat muamelesi görmektedir. Yalnız bu aktarım konusundaki tek tehlike Türk edebiyatının bu türü bir kenara atması değildir, 19.asırda Batı edebiyatının sorunları ve gelişimi ile Türk edebiyatının sorunları ve gelişimi bir değildir. Bu bakımdan büyük gediklerin ortaya çıkması işten bile olmamıştır Tanzimat döneminde.

Bu açıdan baktığımızda Tanzimat döneminin eleştirisindeki yöntemsizlik, ilkesizlik ve acemilik açıklanabilmektedir.

Tanzimat dönemindeki eleştiri anlayışı eskiyi çürütmek, Divan Edebiyatına saldırmak olarak görülürdü. Bunun en güzel kanıtı eleştiriye verilen isimdir.  Tanzimatçılar, muaheze demişlerdir eleştiri için ve muaheze, "

Azarlama, çıkışma, darılma, alay eder tarzda karşısındakini küçümseme” anlamındadır. Tenkid ise Servet-i Fünun döneminde kullanılmıştır.  Atilla Özkırımlı’ya göre Tanzimat döneminde “ Öncesizlik, bilimsellik ve nesnellik gibi kavramlara yabancı oluş, tarihsel ve toplumsal bakış açılarının gelişmemişliği, eleştirinin besleneceği düşünsel ve kültürel ortamdan yoksunluk bu tutumu pekiştirdi. Karşı olmak, yadsımak, bir düşünceyi çürütmeye çalışmak eleştiriyle bir tutuldu.”

Tam bu noktada akıllara şu soru gelebilir: “ Divan Edebiyatında ya da Doğu edebiyatında eleştiri yok muydu ?” Vardı ama yöntemsiz, mesnetsiz ve öznel bir eleştiri mevcuttu. Üstelik tabir caizse kuralları denetleyen bir sanatçının bakışındaydı eleştiri. Bu da ilm-i nakd derlerdi ki ilm-i nakd, vezin düşmelerini ya da yanlış sözcük kullanımlarını eleştirildi.  Yani sadece şiirin kafiyesine, ölçüsüne “ma’yûb” sayılan sözcüklere dayanıyordu eleştiri. Bir değerlendirme olarak yoktu.

Bunun yanı sıra “divanlara yazılan önsözlerde, takrizlerde, mesnevilerin sebeb-i telif bölümlerinde” ( Atilla Özkırımlı) eleştiri benzeri birkaç söz vardır. Yalnız bu sözlerde de şairlerin kendi şiirlerini övmekten başka bir şey yaptıkları görülmez.

Şairlerin hayatlarını ve eserlerini anlatan Şuara Tezkirelerinde de durum pek farklı değildir. Tezkire sahibi, şairlerin hayatlarından bahsederek onların şiirlerini öven şeyler yazar ve bırakırdı. Hatta Fatin Tezkiresini yayımlayan Şinasi, yapıta eklemeler yapmak, değişimler yapmak gereği bile duymuştur ki bu da onu ilk eleştiri örneği veren aydın yapmıştır.

Şinasi, ilk eleştiri örneği veren aydınımızdır. Bize, onu böyle andıran yazısı “mebhûsetün anna, terceme-i sâlifetü’z – zikr, tûl ü dıraz” sözcüklerinin kullanımlarını konu aldığı 1864 yılındaki Tasvir-i Efkâr gazetesinin 249. – 260. sayılarındaki yazı dizisidir. Şinasi, bu yazı dizisinde Sait Efendi ile tartışmıştır ama bu tartışmadan ziyade tartışmada Şinasi’nin tavrı çok önemlidir. Şinasi, sadece sözcüklere ve konusuna dikkatini vermiş, muhatabın özel hayatına saldırmamış, nesnel ve bilimsel bir tavır takınmıştır. Hatta bu yazısında dil anlayışını ve meşhur edebiyat tanımını yapmıştır. Edebiyatımızda, özellikle Tanzimat döneminde polemiğe, kalem kavgasına, dönüşmeyen nadide tartışmalardan birisidir bu yazı dizi.

Nitekim Tanzimat Döneminde eleştiri deyince akla gelen ilk isim Namık Kemal’dir. Namık Kemal devrimci bir düşünceyle yeni bir edebiyat için eskinin yıkılmasını gerektiğini savunarak Divan Edebiyatına deyim yerindeyse saldırmıştır; zaten onun bu tür yazıları için kullandığı adlandırma da muaheze’dir.  Namık Kemal, Batı’yı iyi göstererek Divan Edebiyatını kötülemiştir. Onun bu şekilde konu aldığı yazıların yazım tarihlerine göre sıralanışı şu şekildedir:

  1. Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir ( Tasvir-i Efkar, 15 Ağustos 1866 )
  2. Micro – Mega Muahezesi ( Voltaire’nin öyküsünün çevirisi üzerine, 1871 )
  3. Me Prizon Muahezesi ( Silvio Pellico’nun yapıtının çevirisi üzerine, 1874 )
  4. Tahrîb-i Harabat ( Ziya Paşa’nın Harabat adlı antolojisi üzerine yazıldı; Harabat Divan Edebiyatını savunmaktaydı, 1874 )
  5. İrfan Paşa Muahezesi (  Mecmua-ı İrfan Paşa’nın eleştirisi, 1875, mektup biçimdedir )
  6. Ta’kib ( Harabat için 2.cilt 1875 )
  7. Mukaddime-i Celal (Önsöz )
  8. Talim-i Edebiyat (Yazım yılı bilinemiyor, Necmettin Halil Onan tarafından bulunup yayımlanmış, hayatının son zamanlarında yazdığı tahmin ediliyor.)

Tanzimat dönemini bir diğer eleştiri yazarı da Ziya Paşa’dır.  7 Eylül 1868 yılında Hürriyet Gazetesinin 11. sayısında yayımlanan meşhur Şiir ve İnşa nesri onun eseridir. Her ne kadar Harabat adlı eserinde yeniden Divan Edebiyatını savunsa da Şiir ve İnşa adlı yazısında yeni edebiyatı savunup eski edebiyatı kötülemiştir.

Muallim Naci ile Recaizâde Mahmut Ekrem’in Demdeme - Zemzeme atışması,  her ne kadar daha sonra polemiğe dönüşse de Tanzimat eleştirilerine örnek olarak sayılır. Bunun dışında Recaizâde Mahmut Ekrem’in Ta’lim-i Edebiyat’ı ( 1879) , Muallim Naci’nin 1886 yılında Muallim başlığında toplanan yazıları da eleştirimize örnektir.

Yalnız buna rağmen, bu eserlere rağmen, edebiyat eleştirisi kategorisine sokamıyoruz bunları gönül rahatlığıyla; çünkü dil ve nazım tekniği konularını değişik bir bakış açısıyla ele almak dışında başka bir işe yaramazlar.

Kenan Akyüz’ün bu dönem eleştirisi için şunu söylemektedir: “Tanzimat devrinin ilk safhasında Avrupalılaşma işlemi, zaruri olarak ‘Divan Edebiyatına hücum edip onu itibardan düşürme yani Avrupai Türk edebiyatına alan açan batı edebiyatının başlıca türlerini getirme, Fransız klasik ve romantik okullarının başlıca şahsiyetlerini tanıtma’ yönlerinde gelişmiş ve ikinci safhasında ise ‘Fransız edebiyatını daha çok estetik ve teknik esasları üzerinde durulmuş, realist ve natüralist romanın kısmen tanıtılmasına çalışılmış ve yeni bir edebiyat dili kurulması’ için büyük çaba gösterilmiştir.”

Bizde Batı’yı örnek almaktan çıkıp tam anlamıyla çağdaş bir eleştiri Servet-i Fünun döneminde yapılmıştır.

Konunun daha iyi anlaşılması için bahsettiğimiz konulardan birer adet örnek eser verelim:

Muaheze ve Tenkid terimleri rastgele seçilmemiş ve zamanında bu iki terimin kullanılması hakkında da sorun çıkmıştır:

“Muaheze” ve “Tenkid” Kelimelerine Ait Açıklama

“… <<‘Tenkid’ sözü, ‘critique’ yerinde kullanılmak uygun değildir sanırım. O görüş yüzündendir ki, kimi eski bilginlerin eserlerinden alarak  ‘critique’ düşüncesini ‘muaheze’ sözüyle çevirmiştim. Siz sayın vezirin hikmetli bakışından gizli değildir ki ‘tenkid’ bir şeyin iyisini kötüsünden ayırmakta bir yargı vermek anlamını kapsıyor. ‘Muaheze’ ise her şeyi fena yönünden görerek bir düşünce belirtilmesinden ibarettir. Felsefenin çözümleme yolu, muahezenin gerçeğe ulaşma noktasında değilse yanlışı gerçek dairesinden çıkarmada en sağlam bir yol olduğunu gösterir, diyor.>>

Dikkat buyrulsun ki ‘Muaheze, her şeyi fena tarafından görerek bir düşünce belirtmekten ibarettir.’ diyor. Çünkü ‘critique’ anlamı budur. ‘Muhakeme’ de bu anlamı kapsadığı için ‘muaheze’ sözünü bulmadan önce Fransızca bilenlerimiz ‘critique’yi ‘muhakeme’ olarak çevirmeden başka söz bulamamışlardır.

… İşte yukarıdaki açıklamaya dayanılaraktır ki yazı alanında Şinasi okulunda olanlar Namık Kemal ve Ali Kemal’e değil, anlamın gerçeğine değer verirler de icat edilmiş ‘tenkid’ sözünü red ve ‘muaheze’ sözünü kabul ederek yazıda kullanmaya çalışırlar.” 

Ebuzziya Tevfik, Eleştiri Dergisi

Tezkirelerdeki eleştiri anlayışına bir örnek:

Aşıkâne sözleri ve hoş-âyende gazelleri var. Hayli nazıma mâlikdür. (Sehi Bey’e ait Tezkire)

Namık Kemal’e ait bir “muaheze” yazısı:

“Türkî dili evvel idi yekta – Etdi anı Farisi dübâlâ -  itikadını zamânımızın edebiyyat-ı cedidesine müsteşhid olan bir zatın lisân-ı irfânına kat’a yakıştırmadık. Vâkıâ edebiyatımızın hâl-i hâzırına nazaran Farsîden bir vakit istiğna bizim için kabil olmıyacağını inkâra mecâl yoksa da, lisânımızı zaten Fârisi telvis etmiş ve âsâr-ı edebiyyemizde görülen fezâil-i ahlâkiye ve letâfet-i hissiye noksânı bütün Acem mukallidliğinden neş’et eylemiş olduğuna dahi ikrâr eylemek zarûriyyâtdandır. "

(Tahrib-i Harabat’tan)

Örneklerin kaynakları yanlarında parantez içinde belirtilmiştir, örneklerdeki dil ve imla değiştirilmeden aynen aktarılmıştır. Bu bakımdan bugüne uymayan yazım kuralları, yanlış olarak değerlendirmemelidir.

Kaynaklar

Atilla Özkırımlı , Türk Edebiyatı Ansikolopedisi, c.1, s. 428 – 429 -430- 431 – 432 – 433 , 1982 )
Kenan Akyüz , Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgisinde, 2015

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın