Makaleler

Mevlevilik Tarikatının Tarihi ve Mevlevilik Tarikatının Bilinmeyen Yönleri

Yazar: Diba Bahadıroğlu

Mevlana adına bağlanmış ama kurucusunun Mevlana değil oğlu Sultan Veled’in olduğu tarikattır.  Tarik, yol demektir yani tarikat bir yol, yordam, rota demektir. Şimdi bu sözcük, anlam kötülemesine uğramışsa da eskilerin tarikatları ilim  ve irfan yuvalarıydı. Üstelik tarikatların büyük kısmında sadece dinî eğitim değil fennî eğitim de verilirdi. Mevlevilik tarikatının nasıl bir tarikat olduğunu az sonra göreceğiz..

Mevlana Celaleddin Rumî, sağlığında da bir şeyh olma amacının olmadığını büyük oğlu Sultan Veled’e söylemiş ve bu bakımdan Şems’in ayrılığından sonra önce Selahattin Zerkub’a daha sonra Hüsamettin Çelebi’ye tabii olmuştur. Onun vefatından sonra oğlu Sultan Veled ve Veled’in oğlu Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi Mevlevilik tarikatını derlemişlerdir.

İlk Tarikatlaşma Hareketleri

Mevlana, sağlığında kendisine bağlananlar için herhangi bir tören yapmamış, zikir vermemiştir.  Mevlana zamanında ne kendisinin ne de kendisine bağlananların özel bir giyim kuşamı yoktu. Kendisi üzerine o zamanlarda ulemaların giydiği ferecî denilen kıyafeti gireri  geleneksel sarığı sarar ve farklı olarak bir Belh külahı takardı. Sadece Şems’in ayrılışından sonra yas olarak beyaz sarığını koyu mora – ama siyaha yakın bir koyu mor – çevirmiştir.  Hatta Mevlana, kıyafet ile irfanın belli olmayacağını söyler, bir kıyafet kuralına sahip olan tarikatlarının şeyhini de dükkan açan pazarlamacılara benzetirdi. Kendisi, sadece kendisine bağlanan ve “çerağ” verilen dervişlerine önü açık bir giysi giydirirdi.  Mevlevihanelerde kullanılan destegül, tennûrenin Mevlana ile alakası yoktur bu yüzden.  Abdülbaki Gölpınarlı bu konu hakkında şu satırları kaydetmektedir: “Hâsılı ( işin açıkçası ) Mevlana, hem giyim – kuşam özelliği ve merâsim ( tören ) kabul etmemekle, hem de sülûke ( bir tarikata bağlanma, manevi olarak bağlılık ) esas olarak şeriata uymayı, aşk ve cezbeyi ( Allah’ı hatırlayıp onun adı ile kendinden geçme ) kabul etmekle müsemmâ yolundan bir Melâmet ve irfan eriydi; aşk ve cezbe için  de o, semâ’ı kabul etmişti.”

Mevlana’nın ölümünden sonra Sultan Veled ona türbe yapılmasına ön ayak olmuş ve Mevlana’ya bağlı olanların dağılmamasını sağlamıştır.  Asıl ilk tarikatlaşma faaliyetlerini Hüsamettin Çelebi başlatsa da onun ölümünden sonra yerine geçen Sultan Veled, müthiş bir örgütleme  ile Mevlevilik tarikatını bugünkü haline getirmiştir. Sultan Veled, Anadolu’da siyasi ve içsel sıkıntıların yaşandığı bir dönemde babasının görüşlerini yayabilmek, babası adına kurduğu vakfın gelirlerini arttırmak , yeni vakıflar tesis etmek ve kaybettiklerini geri almak amacıyla hem Anadolu Selçukluları hem o zamanlar Anadolu’yu işgal eden Moğollar hem de Türkmen beyleri ile iyi ilişkiler kurmuştur. Bu aşamadan sonra yetiştirdi dervişleri Amasya, Kırşehir ve Erzincan’a yollayıp orada zaviyeler kurarak Mevleviliği yaymaya başlamıştır. Ayrıca aynı babası ve Hüsamettin Çelebi gibi o da ders vermekteydi lakin belirli bir yeri olmadığı için ya mensuplarının evinde ya da kendi evinde bu zikir törenlerini düzenliyordu. O zamanlar onun da bir tekkesi yoktu, Konya türbesi daha sonra kurulmuştur. Yalnız Sultan Veled’in bu çabası Mevlevilik tarikatının sağlam temeller üzerine kurulmasına yardımcı olmuştur.

Sultan Veled 1312 yılında vefat edince yerine oğlu Arif Çelebi geçmiş ve bu aşamadan sonra Mevlevilik tarikatında babadan oğula uygulaması başlamıştır. Bundan sonra Mevlevilik tarikatının başına “çelebi” unvanıyla Mevlana soyundan kişiler geçmiş, Konya Mevleviliğin merkezi olmuştur. Babası Sultan Veled, dedesinin yanına gömülen Arif Çelebi, Mevlevilik tarikatını yaygınlaştırmayı tek amaç haline getirerek Anadolu’daki biricik dinî otorite olma yolunda başarılı adımlar atmıştır. Önce Moğol egemenliği altında bulunan Sivas, Tokat, Bayburt, Erzurum, Irak, Tebriz, Merend ve Sultaniye yöneticileri ile görüşmüş daha sonra Anadolu’nun önemli kültür merkezi sayılan Kastamonu, Denizli gibi yerlerde zaviyeler açmıştır. Aslında tüm seyahatleri propaganda amaçlıdır  ve amacına da ulaşmıştır.  Hem Türkmen beyleri ile hem Moğollar ile hem de Anadolu Selçukluları ile iyi ilişkiler kurarak Mevlevilik tarikatını gerçekten de Anadolu’daki dinî otorite haline getirmiştir. Mevlevilik tarikatı 14.yy’ın ilk yarısında ayin, erkân ve kıyafet bakımından kuruluşunu tamamlamış ve 15.yy’a kadar gelmiştir.  Ulu Arif Çelebi’den sonra çelebilik makamına Şemseddin Âbid Çelebi ve Hüsâmeddin Vâcid Çelebi gelmiştir.

Sanılmasın ki Mevlevilik , kuruluş döneminde yöneticiler ile çok muhatap olduğu için  yönetici  zümreye özgü bir tarikattır. Her ne kadar Mevlevihanelerde devlet büyükleri de olsa da büyük çoğunluk halktı. Çelebilik makamına gelenler de hem yöneticiler hem de halk tarafından çok sevilmiştir. 

Osmanlı Döneminde Mevlevilik

İlk zamanlarda merkezinin de Konya’da olmasından dolayı Mevlevilik, Karamanoğulları ve Ege’de Saruhanoğulları, Menteşeoğulları, Aydınoğulları topraklarında vardı. Osmanlılara Mevlevilik, II.Murad zamanında geldi Osmanlı topraklarında ilk Mevlevihane, Edirne’de açıldı. Fatih döneminde İstanbul’un fethi ile Akataleptos Manastırı Kilisesi’nden camiye dönüştürülen Vezneciler’deki Kalenderhâne Camii’nin bir süre Mevlevî zâviyesi olarak kullanıldı. İstanbul’daki ilk Mevlevihane ise 1497 yılında II. Beyazıd döneminde ve II.Beyazıd izni ile açıldı. Konya’dan sonra ilim ve kültür merkezi İstanbul olmuştur.

Mevlevilik tarikatı sanıldığı için fakir ya da karın tokluğuna çalışılan bir yer değildir. Özellikle II.Beyazıd, hukuki ve idari düzenlemeler yaparak başta tarikat ayanları, eşrefler olmak üzere ayrıcalıklar tanımıştır. Bu düzenlemeler  sonucunda Mevlevihanelere imparatorluk kurumu konumu verilmiş ve bu bakımdan da tarikat bazı vergilerden muaf edilmiş, vakıf araziler elde etmiştir. Bu vakıf arazilerinin gelirleri de çelebilere bırakılmıştır.  Ayrıca devlet, yılın belli zamanlarında tarikata maddi yönden yardım etmiştir.  Lakin tarikat asla zengin olmamış, vakıf arazilerini zimmete geçirmemiş hatta kurulduğu yerleri bayındır hale getirmiştir.

14.yy ilk yarısında Mevlevilik Halep, Burdur, Eğirdir, Sandıklı, Mısır (Kahire), Kudüs, Şam, Cezayir, Sakız, Midilli bölgelerine kadar yayılmıştır. Daha sonra Lazkiye, Tebriz, İsfahan, Bağdat ve Fas Mevlevihaneleri açılmıştır. Önemli bir bilgidir ki 14. yüzyıl başlarında Anadolu köylerinde faaliyette olan Mevlevilik, devlet desteği aldıktan sonra köylerden kasabalara kasabalardan da şehirlere taşınmıştır. Yani artık yüksek zümreye mâl olmaya başlamıştır. 

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde Mevlevilik büyük gelişme göstermiştir.  Aslında bu gücün kaynağı da biraz siyasidir. Doğu ile ilişkilerin artması ve Anadolu’da bir Şii propagandası yayılmış bu propagandanın sahibi Safevi Devleti ile Yavuz Sultan Selim savaşmış Şiiliğe karşı da tarikatlar manevi bir savaş başlatmıştır. Yani Anadolu’da Şii yayılmasından rahatsız olan Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman, Bektaşi ve Mevlevi tarikatlarının halk üzerindeki etkilerini kullanmışlardır.  

Elbette bu kadar maddi güç bir süre sonra tarikat içinde sorunlara neden olmuştur. Ferruh Çelebi  döneminde Mevleviler arasında maddi çıkarlar konuşulmaya başlanmıştır. Bunun üzerine Ferruh Çelebi devlet tarafından görevinden alınmış ve tam 18 yıl Çelebilik makamı boş kalmıştır.  I. Bostan Çelebi başa geldikten sonra yeniden toparlanmıştır tarikat.

İstanbul’da Mevlevihaneler özellikle Yenikapı, Kasımpaşa ve Beşiktaş Mevlevihaneleri ile İstanbul’un kültürel ve sosyal hayatında bir yer edinmişlerdir. 

Tarikat bir süre sonra siyasileşmeye başlamıştır ve kişilerin şahsi çıkarları için kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin devlet kademesinde bir yere sahip olmak isteyen Sofu Mehmed Paşa, IV. Murad döneminde Mevleviliğe bağlanarak sivrilmiştir. 

Mevlevi Olan Padişahlar

Önce şu bilgiyi vermekte fayda var.  IV. Mehmed döneminde Sadrazam Fazıl Ahmed desteğindeki hünkar şeyhi Vani Mehmet Efendi sayesinde 1666 yılında sema yasaklanmıştır. Bu yasağa Mevleviler, “yasağ-ı bedii” olarak tarih düşürmüşlerdir.  Üstelik tarikatlara karşı başlatılan bu baskı döneminde birçok Mevlevihane kapatılmış ve hatta Konya Mevlevihanesi de kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.  1684 yılında bu yasak kalkar ve bu olay da ebced hesabıyla “nağme” diye anılır. 

Durum şudur ki Mevlevilik birçok devlet adamı için sivrilme noktasına gelmiştir ama asla devlet işlerine karışılmamış, içtimai isyanlara karışmamıştır. Verilen vakıf mülklerini kötü niyetle kullanmamışlardır. Buna rağmen yine devlet eliyle uğradıkları bu eziyet karşısında da sessiz kalmışlardır. Ellerindeki halk gücünü asla isyan amaçlı kullanmamışlardır. Bu tavırları ile de başka tarikatlara mensupların dahi kapılarını çaldıkları bir hoşgörü tarikatı olmuşlardır. 

Mevlevi tarikatının eski ünlerine kavuşmalarının arkasında bu dik ve kıymetli duruşları da vardır ama III. Selim ve II. Mahmud’un Mevlevi olmaları da etkilidir. Ayrıca Yeniçeri kaldırılıp ardından Bektaşi ocakları da kapatılınca Mevlevihaneler bir kez daha itibarlarına kavuşmuşlardır.

Kurtuluş Savaşında Mevlevilik

Sadece Kurtuluş Savaşı için değil Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında da Mevlevihaneler bir ilk yardım yuvası haline gelmiştir.  Tren hattına yakın olan İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi bir hastaneye dönüştürülmüş yaralı askerler burada tedavi altına alınmış ve bu sayede binlerce hayat kurtarılmıştır.  Galata Mevlevihanesi’nde de Şeyh Ahmet Celaleddin Dede başkanlığında toplanan maddi yardımlar ihtiyacı olanlara dağıtılmıştır. Ayrıca Kıbrıs ve Girit’te kurulan Mevlevihaneler, Müslümanlar için sığınağa çevrilmiş ve Anadolu’ya geçiş için köprü vazifesinde kullanılarak binlerce Müslüman’ın hayatı kurtarılmıştır.  I. Dünya Savaşı esnasında hala halifelik makamında olan Osmanlı “Cihad-ı mukkades ( kutsal savaş ) ” ilan edince Veled Çelebi komutasında “Mücâhidîn-i Mevleviyye Alayı” adında gönüllü askerlerden oluşan bir alay kurulmuş ve bu alay Filistin’de savaşmıştır. 

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ile Mevlevilik Tarikatının Durumu

1925 yılında tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.  Bunun nedeni kesinlikle ne Bektaşi tarikatı ne de Mevlevi tarikatıdır; onlar vatansever bir şekilde duruşlarını bozmamışlardır ama her tekke ile zaviye bu şekilde işlememektedir. 

1925 yılında tarikatlar kapatılınca Mehmed Bâkır Çelebi –ki aynı zamanda son Çelebi’dir – tarikatın merkezini Halep’e taşıyarak Mevlevilik tarikatını devam ettirmiştir. Lakin Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması meselesinde Mehmed Bâkır Çelebi Türkiye lehinde faaliyet gösterince Suriye onu hain ve casus ilan etmiştir. Mehmed Bâkır Çelebi 1937 yılında Türkiye’ye gelince de Suriye hükümeti, onun yeniden Suriye’ye gelmesine izin vermemiştir. 1943 yılında hayatını İstanbul’da kaybeden Mehmed Bâkır Çelebi yerine kardeşi Şemsülvâhid Çelebi tarikatı idare etse de Suriye hükümeti, 1944 yılında Mevlevi tarikatını tamamen yürürlükten kaldırmıştır. Yani Mevlevi tarikatını tarihe karıştıran Türk hükümeti değil Suriye hükümetidir. 

Türk hükümeti hem Mevlevihaneler’i kapatır fakat Hacı Bektaşi ve Mevlana türbelerini müzeye çevirerek bir nevi kültürüne sahip çıkar.  Mevlana’nın “şeb-i arus” denilen törenleri önce küçük sema gösterileri ile 1946 yılı ile 1954 yılları arasında anılmıştır. Yurt içi ve yurt dışında Mevlevi gelenekleri hakkında araştırmalar yapılmış,  Mevlevilik özellikle Batı’da fazlaca ilgi görmüştür. Mehmed Bâkır Çelebi’nin oğlu Celâleddin Çelebi’nin çabalarıyla  Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Mevlana hakkında konferanslar düzenlenmiştir.  Hatta buralarda Mevlevihaneler açılması için zemin hazırlanmıştır. Sonuçta hem yurt içinde hem yurt dışında Mevlana adabı yayılmış ve tanıtılmıştır. 

Kaynaklar

Tanrıkorur, Barihüda, madde : MEVLEVİYYE İslam Ansiklopedisi, cilt: 29, sayfa: 471, yıl: 2010
Özkırımlı , Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.3 s. 849- 851
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlana’dan Sonra Mevlevilik, 1953

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın