Makaleler

Mevlana Celaleddin-i Rumi Kimdir?

Yazar: Diba Bahadıroğlu
Mevlana Celaleddin-i Rumi Kimdir?

Biz onu genelde Mevlana diye ansak da asıl adı Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir. Mevlana, sadece ona verilen bir sıfattır ve “Efendimiz” anlamındadır. Bunun yanı sıra Belh’te doğduğu bilinmektedir ve Divan-ı Kebir’inde kendi adını Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin el-Belhî olarak kaydeder. “Belhî” kısmı geldiği şehirden dolayı verilmiştir ona. Aynı zamanda mesleği dolayısıyla  “Molla Hünkâr, Mollâ-yı Rûm” olarak da anılır.  Ayrıca neredeyse tüm hayatını geçirdiği Anadolu’da da  “Rûmî, Mevlânâ-i Rûm, Mevlânâ-i Rûmî” diye anılır.

Mevlana’nın doğum tarihi hakkında şüpheler vardır. Birçok kaynak onun doğum yılını 1207 olarak verse de Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı Şems-i Tebrîzî ile buluştuğunda (642/1244) Mevlana’nın altmış iki yaşında olduğu, dolayısıyla doğum tarihinin 580 (1184) olması gerektiği ileri sürerek onun doğum tarihini ileri almıştır.

Mevlana hakkındaki bilgiler, onun eserleri dışında oğlu Sultan Veled’in yazdığı İbtidaneme adlı mesneviden alınmaktadır.  Bunun dışında müridleri ve torunlarının  kendisi hakkında verdiği bilgiler bulunmaktadır.

Mevlana, ünlü ve tarihe mal olmuş bir kişidir. Kendi eserlerinde, kendi soyundan pek bahsetmez ama müridi olan Feridün-i Sipehsar’ın Risale’sine göre (Risâle-i Sipehsâlâr’da) Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled’in Hz. Ebû Bekir soyundan geldiği söylenmektedir. İşin ilginç yanı Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin müridi olan Eflakî’de aynı şeyi söyler kendi eserlerinde. Lakin, Mevlana’nın ünlü bir kişi olduğunu ve daha çok dinî karakterde olduğunu düşünürsek onun hakkında bu şekilde rivayetlerin çıkması elbette olasıdır. Bu bakımdan biz, kesin olan şeylerde bahsetmeyi uygun gördük.

Mevlana’nın ırkına dair tartışmalar da vardır. son zamanlarda “Mevlana Türk müydü ?” gibi sorular sorulmuştur ama buna en güzel cevap yine kendi sözlerinden gelir Mevlana’nın “Beni yabancı sanmayınız, ben bu mahalledenim. Sizin mahallenizde evimi arıyorum. Her ne kadar düşman görünüyorsam da düşman değilim. Her ne kadar Hintçe söylüyorsam da aslım Türktür”

Mevlana’nın babası da kendisi gibi ulema olan hatta “sultânü’l-ulemâ” lakabıyla tanınan Bahâeddin Veled’dir. Bahâeddin  Veled, Belh şehrindendir ve Kübreviyye tarikatının kurucudur. Mevlana da ilk eğitimini  babasından alır zaten. Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled, Moğolların Belh’i işgal edeceği bilgisini aldıklarında bir rivayete göre Hicaz yolundaydılar ve Belh’e gitmekten vazgeçtiler. Mevlana ve ailesinin bir takım yolculuklar yaparak – yolcukların rotası Eflakî’de ve Ferîdûn-i Sipehsâlâr’de ayrı ayrı olarak verilir, yani bilgiler birbiri ile çelişir – Konya’ya 1228 yılında yerleşmişledir.  Eflaki, Bahâeddin Veled’in Hicaz’dan dönerken Şam’a uğradığını daha sonra önce Malatya, Sivas’a geldiğini daha sonra Akşehir’e geçerek kendi adına yapılan medrese 7 yıl ders verdiğini ve daha sonra Alâeddin Keykubad’ın daveti üzerine Konya’ya yerleştiğini bildirir. Her durumda, 1231 yılında Bahaedin Veled Konya’da hayatını kaybeder.

Mevlana babasını kaybedince Konya halkının da isteği ile babasının yerine geçti. Babasının da hayattayken güvendiği ve halefi ilan ettiği Seyyit Burhani’den ders almaya başladığında tarihler 1228 yılını gösteriyordu. Ne yazık ki Seyyit Burhani ile dersleri kısa sürdü, 3 yıl sonra Burhanî vefat edince bilgisini arttırmak için Halep ve Şam’a gitti. 1236 yılında Konya’ya döndü bir ulema olarak dersler vermeye başladı. Bir ulema olarak zengin, güzel ve sakin bir hayat kuruyordu ta ki Şems onun hayatına girinceye kadar…

ŞEMS İLE MEVLANA İLİŞKİSİ

Mevlana ile Şems’in karşılaşması,  Mevlana’nın hocası Seyyid Burhani’nin ölmünden 5 yıl sonra Konya’da olmuştur. Şems-i Tebrizî, başka bir yazının konu olacaktır ama onun hakkında birkaç şey söylemek gerekir.

Dönemin pirleri, ulemaları ona “Tebrizli Kamil” demektedir ama aynı zamanda birçok yer dolaştığı için de Uçan Şems anlamına gelen “Şems-i Perende”  denmektedir. Hayatı boyunca onlarca şeyh ile görüşme imkanı bulduğu ve ulema olarak bilgisinin tama yakın olduğu bilinir.

Şems-i Tebrizi, Makalat’ta kendi sözlerinden derlenen bilgiler biz şunları verir :

Maķālât’ta, “Beni velîlerinle tanıştır” diye dua etmesi üzerine rüyasında, “Seni bir velîye yoldaş edelim” denildiğini, onun nerede olduğunu sorduğunu, ertesi gece o velînin Anadolu’da bulunduğunu, ancak tanışma vaktinin henüz gelmediğinin söylendiğini  anlatır.

Şems ile Mevlana’nın ilk karşılaşmaları hakkında farklı görüşler vardır.  Bir rivayete göre Şems,  Pirinçler hanına yerleşir ve sabah sedirde otururken Mevlana o hanın önünden geçer. Mevlana ile Şems arasındaki ilk manevi temasın o an atıldığı söylenir. Daha sonra Mevlana da Şems’in karşısına oturur ve saatlerce bakışırlar. Daha sonra Şems ona Bâyezîd-i Bistâmî ile  Hz. Peygamber arasında geçen bir olayı anlatır, bunu yorulmasını ister. Mevlana’nın yorumunu çok beğenir ve kucaklaşırlar.

İkinci bir görüş ise Eflakî’den gelir. Eflaki, Mevlana ile Şems karşılanmasında ilk olaydaki gibi Şems bir hana yerleşir. Yalnız ilk rivayette Şems’in yerleştiği han Pirinççiler Han’ı olarak verilir, burada ise Şekerciler  Han’ı olarak verilir. Buna göre Şems, Şekerciler Hanı’na yerleşir ve Mevlana o zamanlar ders verdiği Pamukçular Medresesinden öğrencileri arkada kendisi katır üzerinde gelirken Şems onların yolunu keser. Mevlana’nın katırının gemini tutar ve aralarında şu diyalog geçer:

Şems : “Ey dünya ve mâna nakitlerinin sarrafı, Muhammed hazretleri mi büyüktü yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?”

Mevlânâ, “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır”

Şems, “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allahım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bâyezîd, ‘Benim şanım ne yücedir. Ben sultanların sultanıyım’ diyor”

Mevlânâ, “Bâyezîd’in susuzluğu az olduğu için bir yudum su ile kandı; idrak bardağı hemen doluverdi. Halbuki Hz. Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı (el-İnşirâh 94/1). Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” Bu cevap üzerine Şems çok etkilenmiş Eflakî’ye göre ikisi de medreseye yürüyerek geri dönmüşler. Her iki hikayede de ortak olan şey Şems’in Mevlana’ya sorduğu soru ve Mevlana’nın verdiği cevaptır.

Yalnız Eflaki, bu olayı ilk karşılaşma olarak anlatmaz, ilk konuşma olarak anlatır. Eflaki, eserinde Mevlana ile Şems’in ilk karşılaşmasının Şam’da olduğunu söyler. Eflaki’ye göre Şems kara keçesi ve başında kara keçesi ile Mevlana’nın yanına yaklaşır, onun elini öper ve ona şöyle söyler : “Dünyanın sarrafı, beni anla” (Menâķıbü’l-ârifîn, I, 82).

Ayrıca Abdurrahman Camiî  de Mevlana ile Şems’in karşılaşmasını da bu şekilde ama ayrıca başka bir rivayette bulunur. Buna göre Mevlana bir  gün havuz başında kitap okurken yanına Şems gelir. Şems, Mevlana’ya “Bunlar nedir?” diye sorar. Mevlana, Şems’e , “Bunlar kīl ü kāldir” cevabını verir. Bunun üzerine Şems tüm kitapları yanı başında bulunan havuza atar.  Mevlana bu duruma kızınca tüm kitapları havuzdan çıkarır ve Mevlana kitapların sudan asla etkilenmediği görür. Çok şaşıran Mevlana, bu işin sırrını Şems’e sorar ve şu cevabı alır : “Bu zevktir, haldir, senin ise bundan haberin yoktur” (Nefeĥât, s. 465-467).

Mevlana ile Şems arasında geçen diyaloglar, oldukça uzun ve gerçekten de tam anlamıyla çok yönlüdür. Binlerce kıssa ortaya atılmıştır. Bu bakımdan burada sadece yaygın olanlarına değindik.

Şems ile Mevlana tanıştıktan sonra  ya da birbirlerinin ilimlerini anladıktan sonra Mevlana, medrese, halk, öğrenci ve hatta ailesi ile ilişkilerini deyim yerindeyse askıya almıştır. Vaaz vermeyi, ders vermeyi bırakarak kendini sema ve raksa verdi. Ayrıca tüm işi Şems ile yaptığı ikili görüşmeler oldu. Bu durum öylesine de mazhar oldu ki halk arasında dedikodular çıkmaya başladı. Halk, hem ulemalarını kaybettikleri için kızgındı hem de Mevlana ile Şems’in arasındaki konuşmaları merak ediyordu. Ayrıca Mevlana’nın müridleri de şeyhlerini kaybettikleri için müthiş bir kıskançlığa düştüler. Bu durumun Mevlana’ya zarar vereceğini fark eden Şems, 1246 yılında şehirden ayrıldı. Bunun üzerine Mevlana, derin bir üzüntüye kapıldı ve odasından dahi çıkmamaya başladı. Hatta bu durumu fark eden müridlerinin Şems’i kıskandıkları için Mevlana’dan özür diledikleri rivayet edilir.

Şems’in Şam’da olduğunu öğrenen Mevlana, Şems’e mektuplar yazar ve onun dönmesini ister.   Bu mektuplar manzum olarak Arapça  ve Farsça yazılmıştır ve Eflakî tarafından kayıt altına alınmıştır. Mevlana sadece mektup yazmakla  da yetinmez büyük oğlu Sultan Veled’i ricacı olarak Şam’a Şems’i bulması için gönderir.  Bu ayrılık esnasında Eflakî, Mevlana’nın matem tutanların giydiği hindibârî kumaşından önü açık bir hırka yaptırdığını, başına bal rengi bir külah ile şekerâvîz eşkalinde bir sarık sararak altı haneli rebab yaptırarak semâ meclislerini başlattığını söyler.  Nitekim Sipehsâlâr’a göre Mevlana’yı sema yapmaya Şems’in ikna ettiği belirtilir.

Babasının isteği üzerine Şam’a giderek Şems’i bulan Sultan Veled, uzun ısrarlar sonucu Şems’i Konya’ya getirir. Sultan Veled’e göre Şems ile babasının ilişkisi Hz. Musa ile Hızır ilişkisine benzer. Musa, peygamber olur olmasına da yine de Hızır’ı aramaktan vazgeçmez.

Şems ile Sultan Veled, Konya’ya birlikte dönerler. Mevlana ile Şems, Mevlana’nın kendi medresesindeki odasında 6 ay kalır ama bu sefer sohbetlerine Sultan Veled ile Şeyh Selâhaddîn-i Zerkûb’i de alırlar. Mârifetullah’a dair yapılan bu sohbetlere bu dört kişiden başkası alınmaz. Üstelik bu sefer Şems ile  Mevlana’nın büyük kızı Kimya nikah edilir.  Yalnız bu da müridlerin ve halkın ağzını kapatmaz ve yine dedikodular başlar. Şems bunun üzerine Sultan Veled’e gideceğini ama bu sefer bir daha asla dönmeyeceğini bildirir. Eflakî’ye göre Şems’e suikast dahi düzenlenir. Bu suikast esnasında Şems’e bir bıçağın saplandığını ama birkaç damla kan aktıktan sonra Şems’in ortada kaybolduğu söylenir.

Eflaki, suikastçıların arasında Mevlana’nın büyük oğlu Alaeddin’in de olduğunu ileri sürer. Ona göre, böylesine büyük bir alime suikast düzenlediği için ve babasını üzdüğü için ölümü de acılı olmuştur. Eflaki, kendisinden önce ölen oğlunun cenazesine de bu nedenle katılmamıştır Eflakî’ye göre. Sipehsarlar ise Alaeddin’in Sultan Veled ile Şems’i kıskandığını bunun üzerine Şems’in onu uyardığını Alaeddin’in de bunu hazmedemeyip dedikodular çıkardığını bildirirler (Risâle-i Sipehsâlâr, s. 133).

Şems, ikinci kez 1247 yılında ortadan kaybolmuş ve bu sefer onu hiçbir yerde bulamayan Mevlana beyaz sarık yerine duman renkli bir sarık takar ve matem kıyafeti gibi bir önü açık ceket yaptırarak onu ömrü boyunca üstünden çıkarmaz.  Sultan Veled, Şems ikinci kez gittiğinde babasının irticalen sabah akşam şiir söylemeye başladığını söyler. Mevlana, Şems’i kaybedince Sultan Veled’e şeyhlik sevdasında olmadığını söyleyerek önce Selahattin Zerkub’a o ölünce de Çelebi Hüsamettin’a tabii olur. Yalnız Mevlana müridlerinin yine kıskançlık içinde oldukları, kuyumcu olan Selahattin Zerkub’u şeyhlik makamına layık görmedikleri ve hatta Zerkub’a suikast düzenlemek için çabaladıkları Eflaki tarafından kaydedilmiştir. Yalnız Mevlana’nın hem Zerkub’a hem de Çelebi’ye büyük saygı duyduğunu Sultan Veled’in İbtidanamesi’nden anlıyoruz . Sultan Veled İbtidanemesi’nde babasının Şems-i Tebrîzî’yi güneşe, Selâhaddîn-i Zerkûb’u aya, Hüsâmeddin Çelebi’yi de yıldıza benzettiğini ve onu meleklerle aynı mertebede gördüğünü kaydeder (İbtidânâme, s. 143). Hatta Doğu edebiyatının en önemli eserlerinden kabul edilen Mesnevi’nin hem yazılmasında hem ortaya çıkarılmasında Hüsamettin Çelebi’nin çabası önemlidir.

Mevlana, ölümünde kimsenin ağlamamasını, onun çok mutlu olduğunu ve sonunda gerçek sevgilisine – tasavvuf felsefesinde en büyük aşk, Allah’a duyula aşktır – ulaşacağı için mutlu olduğunu söyler. Bu bakımdan öldüğü günü bir kavuşma günü olarak niteler. Mevlana’nın bu düşüncesi ile Mevlana’nın ölüm yıl dönümü düğün gecesi olan şeb-i arus olarak anılagelmiştir. Sultan Veled’in aktarımına göre Mevlana’nın cenazesine her meslek ve yaştan binlerce insan gelmiştir. Mevlana, cenaze namazının kılınmasında imam olarak Sadreddin Konevî’yi istemiş olsa da Sipehsarların aktarımına göre Konevî hıçkırıklara boğularak bu görevi yapamayacak hale gelmiş ve bunun üzerine Mevlana’nın cenaze namazı Kadı Siraceddin tarafından kılınmıştır. Mevlânâ’nın ardından Hüsâmeddin Çelebi on yıl daha hilâfet görevini sürdürmüş, onun vefatından sonra yerine Sultan Veled geçmiştir. Zaten Mevlevilik tarikatının kurucu Mevlana değil Sultan Veled’dir. Ayrıca şuan Konya’da bulunan türbesi de  Selçuklu vezirlerinden Alemeddin-i Kayser’in girişiminde mimar Bedreddin-i Tebrizî tarafından yaptırılmıştır. 

Mevlana’nın edebî kişiliği, onun en büyük eseri olan Mesnevi'si  ve bu edebî kişiliğe Şems-i Tebrizî’nin etkisi diğer yazımızın konusu olacaktır.

Kaynaklar

Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlana, 3.baskı 1959
Kaya, Bayram, İslam Ansiklopedisi, cilt: 38, sayfa: 461-462, yıl: 2010
Özkırımlı , Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.3, s. 849

Yorumunuzu Paylaşın