Makaleler

Ali Suavi’nin Hayatı ve Edebi Kişiliği

Yazar: Diba Bahadıroğlu
Ali Suavi’nin Hayatı ve Edebi Kişiliği

Pek göze çarpmasa da zamanına göre devrimci bir kişidir. Üstelik halk tabakasından çıkarak aydın kitlesine katılan ender insanlardandır. Yaşamı da en az edebî dünyası kadar ilginç olan Ali Suavi hakkındaki yazımıza başlayalım.

Ali Suavi’nin Yaşamı

1839 yılında İstanbul’da doğmuştur, 1878 yılında o zamanın Beşiktaş Karakol Komutanı Hasan Paşa tarafından kafasına sopa ile vurularak öldürülmüştür. 

Babası, alıştığımız aydınların aileleri gibi bir paşazade ya da hoca değildir. Ali Suavi, Hüseyin Ağa adından bir el işçisinin oğludur. Hakkında kendi yazılarından elde edilen bilgiye göre Davut Paşa Lisesini bitirmiştir.  Medrese eğitimi gördükten sonra yani bir din adamı olarak yetiştirildikten sonra devlet tarafından açılan sınavı  kazanarak Bursa Rüştiyesi öğretmenliğine atanmıştır. Simav ve Filibe de öğretmenlik görevlerini yürütmüştür.  Filibe’de tahrirat müdürü olmuş ama daha sonra görevden alınınca İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. İstanbul’a döndüğünde Şehzade Camiisinde vaaz vererek yaşamını sürdürmüştür. Bir yandan da “Muhbir” yazısında yazılar yazmaktaydı ki tarihler 1867 yılını göstermekteydi. 1867 yılı dönemi Ali Suavi’nin sert siyasal tartışmalara girdiği dönemdir. 

Ali Suavi hakkında bir virgül koymak lazım. Ali Suavi, dinî eğitim almıştır. Ayrıca Kuran’ı çok iyi bilmekte ve hatiplik yeteneği de oldukça fazladır.  Bu bakımdan vaazlarında insanları kolayca etkisi altına alabilmekte, namı da bu yüzden tüm şehre yayılmaktaydı.  Hatta bu vaazlara zamanın sadrazamı Ali Fuat Paşa da katılıyordu.

“Muhbir” gazetesine Mısır konusu ile ilgili ağır bir yazı yazdığı için gazete 1 ay süreyle kapatıldı, orada yazarlık yapan Namık Kemal Erzurum valiliğine, Ziya Paşa Kıbrıs Mutasarrraflığına,  Ali Suavi ise Kastamonu’ya sürüldü.  1867 yılının mayıs ayında, yani sürgünden kısa bir süre sonra Ziya Paşa ve Namık Kemal ile birlikte Paris’e kaçtı.  Aynı  yılında ağustos ayında Londra’ya geçerek orada yeniden Muhbir gazetesini çıkarmaya başladı.  Yeni Osmanlılar arasındayken başına buyruk hareketleri yüzünden bu grup ile arası açıldı, Muhbir adlı gazetesi bu olaylardan sonra birkaç sayı daha çıktı ve kapandı. Daha sonra 1869 yılında Paris’te  “Ulum” adlı gazeteyi çıkardı.  Yeni Osmanlılar ile tüm bağlarını koparıp 1870 yılında “Ulum” adlı gazetesinin yazıhanesini Lyon’a taşıdı.  Namık Kemal ve Ziya Paşa Paris’ten İstanbul’a Ali Suavi’den önce dönmüştür, Ali Suavi’nin yurda dönüşü 1876 yılındadır. 

Ali Suavi bir süre de olsa gözde bir devlet adamı olmuş hatta Galatasaray Sultanisi Müdürlüğüne getirilmiştir.  Eski sadrazam Mithat Paşa aleyhine yazdığı yazılar oldukça ağır bir eleştiridir. Bu bakımdan artık kendisi muhafazakar ama saltanatçı bir çizgidedir. Ayrıca kendisine aksi düşen liberal bir kafa yapısına sahip olan Münif Paşa ile aynı çalışma ortamını paylaşamamıştır.Bu bakımdan bu görevi çok sürmemiştir. Görevinden alınmış hatta bir ara tutuklanmış ama Sadaret emri ile serbest bırakılmıştır.

V.Murat’ı Saraydan Kaçırması ve Ölümü

“Sarıklı İhtilalci” lakabını almasına yol açan bir olaydı. II. Abdülhamit’e karşı suikast girişiminde  bulunmuş ama başarısız olmuştur.  

20 Mayıs 1878 günü V. Murat’ı yeniden tahta çıkarmak için yaklaşık 150 kadar Rumeli göçmeni ile V. Murat’ın kaldığı Çırağan Sarayını basmıştır.  Bu olay “Çırağan Baskını” olarak geçer tarihe.  Tarihnamelerde yazdığına göre tam girişim başarılı olmuşken Ali Suavi V.Murat’ı kolundan tutup saraydan çıkarmaya çalışırken o zamanın Beşiktaş Karakol Komutanı Yedi Sekiz Hasan Paşa, Ali Suavi’nin kafasına sop aile vurarak onun ölümüne neden olmuştur.  Mezarı Yıldız Sarayı civarındadır ve bu olayla ilgili tüm belgeler Ali Suavi’nin eşi tarafından yakılmıştır. Ali Suavi’nin eşi de bu olaydan sonra kayıplara karışmıştır.

Ali Suavi’nin edebî hayatı değil de hayat ve sanat bakışı önemlidir. Hayatı boyunca gazetecilikle uğraştığı ve eğitimi bir edebiyatçı eğitimi olmadığı için kendisine ait bir divan ya da edebiyat ürünü pek yoktur. Buna rağmen kafa ile devrimcidir ve devrinde pek çok düşünceyi kırıp atmıştır. 

Ali Suavi’nin Görüşleri

Ali Suavi, tam bir medrese eğitimi görmemiş ama kendi kendisini yetiştirmiştir. Diğer aydınlar gibi çocukluktan birkaç dil öğrenmemiş, çok aydın bir aileden gelmemiştir. Tabir-i caizse şimdi kendi adından söz ettiriyorsa bu duruma dişi ile tırnağı ile gelmiştir. 

Ali Suavi bir edebiyatçıdan çok bir din adamıdır. Gerek din gerek dil gerek devlet yönetimi hakkında kendi devrinden daha üstün fikirlere sahiptir. 

Ali Suavi, Osmanlı’da din ve devlet işlerinin karışmasına karşı idi, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması taraftarı idi. Ayrıca İslamiyet’in köken olarak cumhuriyetçi olduğunu bu bakımdan Osmanlı devlet yönetiminin de meşrutiyet olmasını savunuyordu.  İstediği yönetim biçimi yine padişahı devlet yönetiminden atmıyordu, onun istediği yönetim biçimi İngiliz meşrutiyet yönetimi idi.

Kısa bir  zaman Paris'te La République adlı bir gazete çıkarmış ve Fransız filozoflarının düşüncelerinden çok etkilenmiştir.  Bu gazetede savunduğu fikirlerden birisi de halkın kendi isteklerini yönetime direk olarak sunabilmesi yani yönetimin halk ile yakın temasta olmasıdır. Monarşik  bir yapıya din eğitimi almış birisinin bu düşüncelere sahip olması bununla da yetinmeyip bu düşünceleri yazması ve yayması oldukça cesaret gerektiren bir iştir.

Ali Suavi, medrese eğitimini yarıda bırakmış olmasına rağmen sadrazamları bile vaazlarına getirecek din bilgisine sahipti. İslam tarihini ve Kuran’ı çok iyi bilirdi. Yeni Osmanlılar arasında  dine en çok yönelen aydındı. Ona göre her milletin kendi dilinde vaaz verilmeliydi. Hutbenin de sadece Arapça okunmasına karşı idi.  Ona göre hutbe okunan milletin dilinde hutbe okunmalıydı. Bu fikirler daha sonra Cemaleddin Efgani tarafından geliştirilmiştir.

Tarih konusundaki düşünceleri dağınıktır ama Türk tarihine yöneldiği bilinmektedir.  Bu eğilim de onu Türkçülük hareketinin öncüsü yapmıştır. 

Dil konusundaki düşüncelerine Türkiye ancak Cumhuriyet döneminde erişmiştir. Ona göre gazetenin dili halkın anlayacağı kadar sade olmalıdır ki kendi edebî dilini de bu şekilde kurmuştur. Ayrıca Türkçeye, Lisan-i Osmanî denmesini de kabul etmez. Ona göre böyle bir dil yoktur, konuşulan dil öz be öz Türkçedir. Osmanlı dili ona göre politik bir deyimdir.

İmla konusunda ise Arap alfabesinin kullanılmasında bir sakınca görmez ama bu alfabenin Türkçenin dil kurallarına göre düzeltilmesi gerektiğini savunur. 

Kendisi 127 olarak verir eser sayısını ama bunların çoğu basılmamış, bir kısmı ise kaybolmuştur. Belki  de yukarıda bahsettiğimiz görüşleri tam anlamıyla bu eserlerde vardı, bunu bilemiyoruz.  Ali Suavi’nin bu eserleri aranmış ama maalesef bulunamamıştır. Bugün sadece 18 kitabı ele geçmiştir, Kamusü’l Ulüm tamamlanmamıştır ve bu eserlerin 4 tanesi de tercümedir.

Kamusü’l Ulûmi ve’l Maarif adlı ansiklopedisi, Ulûm gazetesinde ek olarak verilirken beşinci ekte bu ansiklopedi kesilmiştir.  “Hive” aldı eseri Rusya’nın Orta Asya’daki ilerlemesini ve Hive hanlığını konu edinirken; “ Ali Paşa’nın Siyaseti" adlı eseri iki kez basılmıştır. Diğer eserleri şunlardır:

  • Kamus-ül-Ulum vel-Maarif

  • Ali Paşa’nın Siyaseti

  • Hukuk-üş-Şevari

  • Hive Hanlığı (bakınız: Hive Hanlığı)

  • Gazete (muhbir)

Kaynaklar

Özkırımlı , Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.1, s. 99
Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860 – 1923 , İnkılap Kitabevi
Tüzer, İbrahim, Türk Dili ve Edebiyatı / Yeni Edebiyat, Akçağ Yay., Ankara, 2015

İlgili Makaleler

Yorumunuzu Paylaşın